daha önce yazmış olduğum bir yazıyı kopyalayıp yapıştırıyorum:
Aşk, bir ruhun iki bedende aynı anda bulunması, iki ruhun bir bedene sığmasıdır.
Aşk, Eros'un attığı okun bir kalbi delip diğerine saplanmasıdır.
Aşk, iki ruhun aynı frekansta titreşmesi, ruhların aheng içinde dans etmesidir.
Tüm bu sözler felsefeyi süslü söz söyleme sanatı olarak görenler için gayet makul sözler. Ancak bana göre felsefe kendinden menkul, süslü, bilimi içermeyen sözler yığını olamaz.
Önce kullanacağım kavramları hangi maksatla kullandığımı açıklamalıyım. Aşk arapça bir sözcüktür ve aşırı sevgi anlamına gelir. Âşık ve ma'şûk (âşık olunan) sözcükleri bu kelimeden türemiştir. Arapça'da sevgi için kullanılan bir başka sözcük daha var: muhabbet. Bu kelimeyle aynı kökten olan habib, sevgili anlamına gelir. Türkçe'de sevgi sözcüğü her türlü sevgiyi ifade etmek için kullanılır. Annenin çoğununu sevmesi, kişinin arkadaşını sevmesi gibi... Ancak aşk sözcüğü çoğu zaman özel bir sevgi türünü, karşı cinse olan sevgi türünü ifade etmek için kullanılır. Bu yüzden bir erkeğin başka bir erkeğe seni seviyorum demesi pek sorun teşkil etmez ancak sana âşığım derse çok fena yanlış anlaşılabilir.
Demek ki burada bahsedilen aşk, karşı cinse duyulan özel bir sevgidir. Aşk için karşı cins, ya da en genel anlamıyla bir cinsellik olması gerekir. Bu da cinsellik gibi basit ve sıradan kimyasal/biyolojik bir içgüdü ve o yüceler yücesi aşk duygusu arasındaki kopmaz bağı basitçe gözler önüne serer.
Aşkın bireysel ve toplumsal oluşum mekanizması basitçe şöyledir:
1. Her canlı türü kendi neslini devam ettirmek zorundadır. Doğal seçilim açısından bakarsak, kendi neslini devam ettiremeyen canlılar yok olacak, varlığını devam ettiren canlı türleri ise yalnızca üreyebilen canlılar olacaktır. Akıllı tasarım açısından bakarsak: Canlıların nesillerini devam ettirmeleri için "Tasarımcı", canlılara üreme/cinsellik içgüdüsünü vermelidir.
Nereden bakarsak bakalım şu kesin: Gelişmiş canlılarda üreme mekanizması olarak cinsel içgüdü olmazsa olmazdır.
2. İnsan da, bir canlı türü olarak üreme ihtiyacı nedeniyle cinsellik içgüdüsüne sahiptir.
3. Toplum insanın cinsellik içgüdüsünü kısmen veya tamamen sınırlar. Cinselliği bir tabu, yasak haline getirir. Bunun bir çok sebebi var. Bir sebebi belki de insanın 'mülkiyet'i ve bununla beraber 'miras'ı keşfetmesi. Cinselliğin doğal sonucu, yeni bir insan, dolayısıyla yeni bir varistir. Çocuğun kimin çocuğu olduğu bilinmeli. Bu da cinselliğin sınırlanmasını gerektiriyor. Bundan başka bir çok sebep olabilir, ancak şurası kesin ki cinsellik sınırlanıyor.
4. Cinselliğe içgüdüsel olarak ihtiyaç duyan bir insan ve cinselliği sınırlandıran bir toplum... Bu çelişkiden doğan şey, cinselliği meşru olarak yaşayabileceği kişiyi kutsamak oluyor. O'na özel bir isim veriyor: Mâ'şuk... Yaptığı seçimi yüceltiyor, kutsuyor: Aşk...
İnsan, evrimsel süreçte aşkı muhtemelen böyle icat etti. Bundan sonra aşk, nesiller boyunca, onu yaratan ilk sebepler gölgede kalarak, ayrı bir içgüdü olarak, bağımsız, kendi başına bir duygu olarak devam etti.
Aşk, tümüyle kimyasal bir olaydır. Önce östrojen ve testesteron gibi cinsellik hormonları gereklidir. Cinsel duygular yoksa aşk da asla olmaz. Ya da kişi cinsel kimliğine göre kendine maşuk seçer. Heteroseksüel bir erkeğin başka bir erkeğe aşık olması gibi bir durum sözkonusu değildir. Aseksüel kişiler için aşk sadece boş bir sözden ibarettir.
Ardından feniletilamin gibi aşkta etken olan bir kaç kimyasal madde salgılanması... Bu kimyasallar sayesinde, insan kendini bağlanmış hissediyor, ve aşık olduğu kişiden başka bir şey düşünmüyor. Feniletilamin, ilginçtir şizofrenlerde de fazlaca salgılanıyor. Aşık olan kişilerde serotonin salgısı ise azalıyor, tıpkı obsesif-kompulsif kişilik bozukluğuna (kısaca anlamsız takıntılara) sahip kişilerde olduğu gibi....
Aşk kutsal değildir. "İnsanlar kime aşık olur" sorusunun cevabı bunu kanıtlar.
1. İnsanların büyük çoğunluğu ne kadar inkar edilirse edilsin güzel/yakışıklı bulduğu kişiye aşık olur. Fikirsel uyuşma ikinci plandadır. Zaten insanların büyük çoğunluğu fikirsel düzlemde birbirlerinin kopyasıdırlar. Bunun aşkın oluşum mekanizmasına işdüşümü, aşkın cinsellikle olan kopmaz ilişkisidir.
2. İnsanların küçük bir kısmı, fikirleri ve hayata bakışları ortak olan, ama fiziksel olarak da çok kötü bulmadıkları kişiye aşık olurlar. Bunun aşkın oluşum mekanizmasına izdüşümü, aşkın toplumsal boyutudur. Yani insan birlikte olduğu kişiyi topluma deklare etmeli... Beraber yaşayacağı kişi ile fikirsel uyumu elbette olmalı.
Şişman, sivilceli ve çok çirkin vs. vs. bir kıza aşık olunabilme ihtimali ne kadar büyükse aşk o kadar kutsal bir duygudur.
Tipsiz, çirkin, kısa boylu, çekingen vs. vs. bir erkeğe aşık olunabilme ihtimali ile aşkın yüceliği eşdeğerdir.
Şimdi güzellik/yakışıklılık tamamen görecelidir gibi absürd bir argüman öne sürülebilir. Belli bir göreceliği muhakkak vardır ama güzelliğin 'mutlak'lığı da tartışılamaz. Sorun rassal bir modelleme ile çözülebilir. Yani şöyle: Bir kişi vardır O'nu insanların %90'ı güzel bulur, bir kişi de vardır insanların sadece %30'u güzel bulur. Bu oranları belirleyen, göreceli olmayan, yani mutlak güzelliktir.
Aşağıda aşkın oluşum mekanizmasında etkin hormonların/nörotransmitterlerin gösterildiği bir diyagram var:
Yer imleri