Yazma nöbetlerine düşürdün beni yine...
Neden bütün veda cümleleri senin için senin adına diye başlıyor...
Benin adıma alınmış bir karar sadece zorunluluktur. Zorunluluk olan birşey nasıl oluyorda iyiliğim oluyor.
Kırgınlık mı öfkemi...
Geriye kalan ne... Sanırım sadece suskunluğunun verdiği bir sağırlık...
Suskunluğunun orucunu bir cümle ile aç ta söyle bana..
Kimin katili olacağım ben..Senin mi yoksa kendimin mi...
Sustuğun yer o kadar büyük ki..Yaralarımı bölüp bölüp yapıştırdıkça kapanmıyor suskunluğun..
Ayaklarım toz toprak..Oysa benim ayak izlerim hep maviye benzerdi.
Cümlelerim çırılçıplak kalmış, bağdaş kurdum kırgınlıklarımın en rüzgarlı tepesine..
Ben sana sıfat bulamazken sen beni bir gidiş cümlesinin belirtisiz öznesine bırakıverdin...
Hayat küçücük bir tüy,rüzgara gerek yok.Nefes alıp verirken bile yönü değişiverir bir anda….
Öylede olmadı mı ki bir anda tepetaklak ne ne değil bilemden pat...
Ben beceremiyorum dilim susuyor lanet olası içimdeki ses susmuyor.
Yak diyorum bütün kelimeleri nasılsa muhattabı yok...
Hangi kelimeler anlatırdı hissedilenleri...
Karşılık bulunabilir miydi yaşananlara..Dokunan neydi kalbe...
Neydi acıtan bu kadar.
Gidişinden geriye ne kaldı peki bunca zaman sonra... Anlaşılamamışlıklar...
Anlaşıldığı halde anlaşıldığını anlamamışlıklar, anlamamışlıktan gelmeler..
Hep kendini bilme durumu.. `Böylesi daha iyi`lerle geçiştirme çaresizliği...
Öfkem kendimi anlatamayışımda gizli...
Yanlış zamanlara tutsak kalan bu yüreğim şimdi ne desem iflah olmaz.
Eylül Baranları
Yer imleri