Cevap ne olmalıdır? Komünizm isteklerini ortaya koyuyor ve sosyalizm ise deneylerini yapmaktadır. Serbest kapitalistik teşebbüs, geçmiş zamanlara ait üretim modelini muhafaza etmek istiyor ve çok sayıda değişik teoriler bu limitler arasında yer almaktadır.
Cevabı bulmak önemlidir. Önemi, bir akademik problem olmadığından ileri gelmektedir. O problem, bütün dünyada “kan ve demir” ile süregelen savaştır. Ekonomik faktör insanlık için bir hayat noktasıdır. Kararlı ve başarılı bir model bulunmalıdır. Yoksa, medeniyet bir sınıf mücadelesine sahne olabilir.
İşçi birliği (sendikacılık), kapital ve emek problemine bir cevap değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır. Emeğin şimdiki zamanda organizasyonu, istenilen neticeleri elde etmek için endüstriyel mücadeleyi amaçlar. Bundan dolayı, şimdiki endüstriyel durum, endüstriyel mücadelenin daimi tehdidi altındadır.
Bu, sendikacılığı veya istediği neticelere ulaşmayı amaçlayan mücadelesini suçlamak değildir. Endüstriyel durum önceden ne idiyse şimdi de aynıdır ve emek amaçlarına ulaşmada herhangi bir değişik yol izlememiştir ve aslında, birliğin tarihi, güç ve tehlikeli mücadele ile kazanılmış önemli menfaatlerin tarihidir.
Yine de, kronik mücadele toplum için ne dengeli ne de avantajlı bir durumdur. Bu ekonomik mücadele insana, şimdi insanoğlunun zekası ve şuuru tarafından ayıplanan uluslar arasındaki savaşlar kadar felaket getirebilir.
Öyle ise çözüm nedir? Çözüm, işveren ve işçinin her ikisini de adaletli kılabilmeli, iş meselesini dengede tutacak iki taraflı avantajlar sağlamalıdır.
Bütün insanlık ilişkilerinin kararlılığı için anahtar olan iki taraflılık, hayatın diğer problemlerinde olduğu gibi emek meselesinde de etkili olabilir. İki parti arasındaki durum veya düzen, eğer her biri kazanmaya yeteri kadar gayret gösteriyorsa dengededir. Çünkü, hiçbiri bunu bozmak hevesinde değildir. Bu, hayatta bütün ilişkilerde, ister kadın ile kocası, ev sahibi ile uşak, satıcı ile alıcı ve isterse işveren ile işçi arasında olsun geçerlidir.
Endüstriyel iki taraflılığın ve demokrasinin tarifinin usulü de Bahaullah tarafından umumi ekonomik model içine dahil edilmiştir. Bu, mecburi bir prensiptir. Onun tesirli tatbikatı emek-sermaye problemini bir kere ve bütün olarak çözecek; serbest teşebbüs sisteminin ekonomik başarısını ve dengesi temin edecek; ve eninde sonunda umumi saadet ve refahın büyük artışını sağlayacaktır. Endüstriyel sermaye-emek probleminin sihirli çözümü kâr taksimidir.
Bahaullah bu ekonomik kararı ilan ettiği zaman kâr taksimi, kati ve şuurlu bir ekonomik prensip olarak hiçbir yerde uygulanmamıştı. 1800’ün sonlarında Fransa’da denenmiş, 1900’lerde İngiltere ve Belçika’ya yayılmış ve bu yüzyılın ilk çeyreğinde Amerika’da bir kaç endüstriyel şirkette mühim başarılar elde etmiştir.
Bu ekonomik hareketin, yavaş ve ara sıra kendini gösteren gelişmesi, buhranlar, özellikle 30’ların Büyük Buhranı tarafından feci şekilde etkilenmiştir. (Kâr taksiminin herhangi bir uygulama teorisinde çıkan asıl mesele, elde edilen kârın nasıl bölüşüleceğinden çok, kâr olmadığı zaman ne yapılacağı idi).
Bahaullah tarafından kastedilen ve bugün ekonomik teoride tarif edilen gerçek kâr taksimi, net kârın önceden belirlenmiş bir kısmının işçiye ayrılmasıdır. Bu tarif altında sistem, ne yalnız bir kâr taksimi, ne işçiyi içinde bulunduğu teşebbüste bir hisse satın almaya teşvik edici ve ne de yıl sonunda işçiye verilecek hissenin taksimini bütünüyle yöneticinin takdirine bırakan bir yöntemdir. Gerçek kâr taksimi, işçinin payına net kârdan düşecek yüzdeyi çalışma döneminin başında garanti eder.
Kâr taksimi, bir ekonomik hareket olarak zorlu bir tırmanıştır. Çünkü, hem işçi hem de yönetici tarafından engellenmektedir.
İşçi, kâr taksimine bir kaç sebepten dolayı karşıdır. Üretimdeki artışı gizlemek için bir metod olduğundan şüphelenmesi en önemli sebebidir. Bu amaçla uygulandığında işçinin dezavantajı söz konusudur. İşçi, kâr taksiminin endüstriyel probleme uygulanmasını düşünmezden önce, motif ve uygulamasındaki büyük samimiyete ikna edilmelidir.
Bunlardan başka, işçi birliklerinde, işçinin kâr taksimini inatla ve giderek engellemesine sebep olacak bazı açık, bencil hareketler de olmuştur.
Sanayici de kâr taksimini hoş karşılamamaktadır. Çünkü, büyük bir teşebbüse uygulamada bazı teknik zorluklar doğmakta, kâr olmadığı devreler için tatmin edici bir çözüm bulunmamaktadır.
Yine de, bütün bu sendeletici engellere rağmen, kâr taksimi şu veya bu şekilde ilerlemekte, işveren ve işçi arasında bir harmoni yaratmada dikkate değer başarı göstermekte; üretimi, insani ve kullanışlı bir derecede artırmakta; işçinin ilgilerinin yıllık kazanca ulaşma açısından öyle değerlendirmekte ki, hem yönetim hem de üretimde tam verim sağlanmakta ve israfları azaltmakta yardımcı olmaktadır.
Kâr taksimi, samimiyetle uygulandığı yerlerde, emeğe göze çarpan avantajlar sağlar. Bütün bu gibi teşebbüslerde emeğin ayarlanması problemi bir kriz ve mücadele düzeyinden tamamen çıkarılır ve daimi, dengeli iş ilişkileri dönemi başlatılır.
Kâr taksimi, sanayiciye göre bir yalvarış anlamındadır. Çünkü, emek problemine barışçıl ve harmonik çözüm için söz vermekte, üretim ekonomisinde işçinin kârdan payını, bütünüyle olmasa da dengelemeyi temin etmektedir.
Burada şunu belirtmek gerekir ki, Bahaullah tarafından kastedildiği şekilde kâr taksimi, sermaye ve emek ilişkilerini harmonik kılacak bir tek ekonomik cihaz değildir. Adaletin büyük dünya prensibinin ileri bir uygulaması olacaktır. Emek ve sermaye konusunda olduğu gibi, iki taraflı teşebbüs ve gayretlerden elde edilen kârın sosyal adalete uygun taksimini temin etmelidir. Kâr taksimi, Bahaullah tarafından biçimlendirildiği gibi, endüstriyel adalet için bir mandater (emir gibi) ölçüdür; sanayici ve hissedarları bir ihtiyaç içinde bırakmadığı sürece, üretimi yeteri kadar arttırsın veya arttırmasın uygulanmalıdır.
Böyle bir ekonomide krizler elimine edilecektir. Yönetim ve işçi arasındaki köklü mücadelelerde mahkemeler yetkili olacaklardır. Bu yüzyılın başlarında, Abdülbaha endüstriyel barışı muhafaza etmek için kanunların ve hükümetlerin gerekli sorumluluğu konusunda şöyle diyordu: “Fabrikatörler ve işçiler arasında muallakta kalan meselelerde adalet mahkemelerinin ve hükümetin girişimi, şahıslar arasındaki toplumu ilgilendirmeyen ve hükümetin de kendisini meşgul etmemesi gereken, alelade meselelerle kıyaslanamaz. Gerçekte, şahıslar arasında çıkan meseleler gibi gözüken patron işçi problemleri umumi zarara sebep olur; memleketin ticari, endüstriyel, zirai ve umumi meselelerinin hepsi birbirine çok yakından bağlıdır. Eğer bunlardan biri suistimale uğrarsa, bütün kütle zarar görür. Bundan dolayı, işçiler ve fabrikatörler arasındaki meseleler umumi zarar için sebep teşkil ederler.”
Bahaullah’ın ekonomik modeli, modern terminolojide kapitalistik hür teşebbüsün limitli, adil ve insancıl bir sistemi olarak düşünülebilir. Abdülbaha bir konuşmasında, ekonomik eşitliği sağlamak için girişilecek teşebbüslerin başarılarının imkansızlığını şöyle izah ediyordu: “Mutlak eşitlik imkansızdır. Çünkü, servet, şeref, ticaret, ziraat ve endüstride mutlak eşitlik, sonunda, bir refah isteği, cesaretsizlik, mevcudiyet vasıtalarının yanlış organizasyonu ve evrensel bir hayal kırıklığı getirecektir. Toplum düzeni tamamen bozulacaktır.” Demir Perde’nin arkasına kısa bir bakış bunu ispatlayacaktır.
Bahaullah’ın Yeni Dünya Düzeninin ekonomik modeli, her ne kadar pratik amaçlar için ayrı bir bölüm olarak incelenirse de, gerçek uygulamada, Bahai Dünya Memleketinde ekonominin izole bir faktör olarak gözükmeyeceği anlaşılmalıdır. İnsan gayretinin bu geniş ve kuvvetli sahası, tinsel güdülerle kurulmuş ve en yüksek adaletin temelleri üzerine oturmuş büyük medeniyetin bütün modelinin içine karışıp kaybolacaktır.
Dünya üzerinde süregelen ideolojik ve askeri mücadelelerden görüldüğü gibi, şimdiki karışıklıkların yerini alması gereken şey birliktir. Her ülkede üretim ve emek arasında birlik ve dünyanın bütün ülkeleri arasında ekonomik birlik.
Sonunda, bütün bu ekonomik deneylerden düzenli bir mükemmellik modeline ulaşılır. Fakat biz Bahailer diyoruz ki, bu zaruri hedefe tinsel güdüler ve kılavuz olmaksızın erişilmez. Yüksek adalet dünya üzerinde bütün ekonomik ilişkilere nüfuz edebilmelidir. Bunu yalnızca uyanmış tinsel şuur başarabilir. Üretim ve emek liderleri bencillikten çok adalete yönelik telkin edilmelidirler.
Abdülbaha diyor ki; “Tüm ekonomik sorunun gizleri tinseldir ve kalp ve ruh dünyasıyla ilgilidirler.... Teşkilata keder veren hastalık, sevgi ve fedakarlık eksikliğidir. İnsanların kalplerinde gerçek sevgi yoktur ve hassasiyetleri içlerinde birlik, sevgi ve uyuşma yerleşinceye dek, hızlandırılmaz ise insanlar arasında ne yardım ne de ıslah görülür. Bu gün teşkilatın ihtiyacı sevgi ve birliktir.”
Tinsel kuvvetler, dünya barışı ve federasyonu gibi büyük meselelerde olduğu gibi, ekonomik alanda da insanlığı gerekli hayati dünyasal amaçlara kılavuzlama, teşvik etme ve ilham verme yönünden gerekli sayılmalıdırlar. Problem cismani değildir. Bu, en dipte bir tinsel meseledir. Bireylere ve gruplara verilmiş tinsel kuvvetler dünya birliğinin etkili organizasyonu -hem politik hem de ekonomik faktörleri içeren- gereklidir.
Evvelce hiçbir din ekonomi sahasına bu şekilde, onu eninde sonunda kuvvetlendirmek için, girmemiştir. Geçmişte bazı dinler ekonomik sahada bir tesir yaratmışlardır. Mesela Yahudiliğin koyduğu kanunlar bireyin toprak sahipliği ile basit bir zirai ekonomi amaçlıyordu. Hıristiyanlık, talimlerinde, sonradan büyük Hıristiyan medeniyetinin hakiki şeklini oluşturacak, o zamanki dinsiz dünyaya yabancı bir cömert kurumlar dalgasını getiriyordu. İslamiyet de eski devrelerinde, Yahudilik gibi, bireyin refahı için samimi bir alaka ve bireyin müdafaasında ise basit adalet için kuvvetli dayanak göstermiştir.
Yer imleri