- Türkiye’de din psikolojisi nasıl anlaşılıyor? Bu kavram yaygın mı?
Türkiye’de din psikolojisi 1950’lerden beri kullanılan bir kavramdır. İlahiyat fakültelerinde din psikolojisi dersleri okutulmakta, bu alanda araştırmalar yapılmaktadır. Bu fakültelerde din psikolojisi anabilim dalları vardır. Ancak, bu bilim dalı diğer bazı disiplinler gibi popülerleşememiştir. Bunun en temel nedenlerinden birisi psikoloji alanını kendi tekelinde gören ve dini yok sayan psikologlardır. Açıkçası, üniversitelerin psikoloji bölümleri dini araştırmaya değer bir alan olarak görmemektedirler. İlahiyat fakültelerindeki din psikologları önemli çalışmalar yapma eğilimindedirler. Ancak, tabiri caizse ülkemizdeki “bilim piyasası”na hakim olan yanlış bilim ve laiklik algısı nedeniyle birçok araştırma alanına girememektedirler.
-Çok iddialı değil mi bu söyledikleriniz?
Örneğin, 2 yıl önce Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde yaptırdığımız bir yüksek lisans tezi gazeteci Emin Çölaşan’ın yazdığı aleyhte bir yazı ile soruşturmaya uğradı. Otistik çocukların anne-babalarını din psikolojisi açısından inceleyen bir araştırma idi bu. Anne-babalara Batı’da uygulanan bir anket uyguladık. “Anne-babalar çocuklarının başına gelen bu hastalığı bir ceza olarak mı görüyorlar, bu hastalığı kabullenmeleri için din kendilerine yardımcı oluyor mu?” gibi soruları esas alan nötr bir çalışma idi. Yani hiçbir önyargısı yoktu, olamazdı da zaten. Anne-babalar çocuklarına böyle bir hastalık verdiği için Allah’a kızıp inançsız hale de gelebilirler veya daha da dindarlaşabilirler; bunu bir imtihan olarak görebilirler.
-Başka örnekleriniz var mı?
Yakın zaman önce ALS hastalığından futbolcu Sedat vefat etti. Sedat’ın eşinin bir röportajdaki sözleri dikkatimi çekti. “Bu hastalık bizim için bir imtihan ve bu imtihandan başarı ile çıkacağımızdan hiç şüphem yok”, demiş yıllar önce. İşte bu ifadeler din psikolojisinin konusu. Futbolcu Sedat’ın eşi tam tersi şeyler de söyleyebilirdi: “Allah’a isyan ediyorum, neden bize bu belayı verdi?” diye sorgulayabilirdi de. Bu ifadeler de din psikolojisinin konusu. Bu konu Batı’da “Dini Başaçıkma” başlığıyla incelenen bir konu. Sayısız araştırma var. Otistik çocukların anne-babalarını incelerken biz yeni bir bakış açısı falan getirmedik. Sadece Batı’daki çalışmaları kopya ettik. Ama Emin Çölaşan “Otistik Çocuklara Bilimsel Anket! Anne-Babalara Ahiret Soruları” şeklinde aleyhte bir yazı yazdı 17 Haziran 2007 günü ve bu çalışma soruşturma geçirdi. Yine 2 yıl önce kanserli hastalar üzerinde benzeri bir çalışma yaptık. Yüksek lisans öğrencilerimden birisi kanserli hastalarla mülakatlar yaptı. Onların psikoterapi seanslarına katıldı tıp fakültelerinde. Ama çoğu zaman çekindi kimliğini açıklamaktan. Çok üzücü bir durum, maalesef... “Din tacirleri” diye bir ifade var. Ben de onun karşıtını türetmek istiyorum “laiklik tacirleri” diye. Maalesef bunlar bizim bu konularda araştırmalar yapmamızın önündeki en büyük engel.
- Din psikolojisi uzmanlarının çalışma alanları nedir?
İnanç ve inançsızlık psikolojisi, dini tutum, dini davranışlar, dini duygu, dini tasavvur, dinin birey üzerindeki yansımaları, dini tecrübe, ibadet psikolojisi, din değiştirme psikolojisi, mistik tecrübe, tasavvuf psikolojisi, gelişim dönemleri ve din gibi alanlar.
- Hastane ve hapishane gibi yerlerde görev üstleniyorlar mı?
Amerika ve Avrupa’da papazlar, hahamlar manevi rehberlik (pastoral care veya spiritual care) adıyla bu tür hizmetler vermektedir. Ancak Türkiye’de bu tür uygulamalar bulunmamaktadır. 1995 yılıydı sanırım. Zamanın sağlık Bakanı hastaneler için böyle bir teşebbüste bulundu. Gazeteler sağlık bakanını tabiri caizse “tefe koydular”. “İmam Doktor” falan gibi dalga geçen manşetler attılar. Bakan da geri adım attı. Türkiye’nin Batı gibi olmasını isteyenler, bunu sözde değil özde istemedikleri müddetçe bu tür teşebbüslerden sonuç almak mümkün değil gibi. Daha açık söyleyeyim, laikçiler gerçekten laik olmadıkları müddetçe bu konularda yol almamız mümkün değil.
- İnancın hastalığı yenmedeki gücü nasıl işliyor?
İnanç hastalıkları yenmede bir güç olabilir. Bu konuda özellikle ABD’de yapılan araştırmalar var. Özellikle ölümcül hastalıklara yakalananlar üzerinde yapılan araştırmalar inancın böyle bir gücünün olduğunu gösteriyor. Ancak ben, inancın bu konudaki en önemli gücünün insanlara hastalığı kabullendirmesi ve hastalıkla yaşamayı öğretmesi olduğunu düşünüyorum. İntiharları engelleyen de aynı güçtür, diye düşünüyorum.
- Bu dönemlerde sığınma ihtiyacı daha fazla olduğundan mı tesiri daha güçlü oluyor?
Evet, sığınma hissi daha yoğun yaşanıyor. Bu hissi yönelteceğimiz varlık ise Kâdir-i Mutlak bir varlık olmalı. Zaten insan hastalık, travmatik tecrübe, kaza geçirme vb. durumlarla karşılaşınca ahiret hayatına yoğunlaşma ihtiyacı hissediyor. Hayatın, varlığın, varoluşun sorgulanması böyle durumlarda daha net sonuçlar doğurabiliyor.
- Belli bir dönem özellikle işlenen ‘Din ile bilim çatışır’ fikrine bakışınız nedir?
Din kesin bilgiler verir. İnsanların din adına bilgi vermelerini kastetmiyorum bununla. Dinin doğasında olan bir yapıyı kastediyorum. Din kesinlik arz eder. “Bu böyledir” der. Dinin söylediğine inanıp inanmamak size kalmış bir şeydir. Din bunu yaparken de nihai gerçeklikten hareket eder. Yani bilimin sonunda ulaşacağı noktayı baştan söyler. Dinin doğası budur. Ama bilim kesinlik arz etmez. Bilimsel bir bilgi bugün için geçerlidir. Yarın değişebilir. Ben bu konuda “Popper”ciyim. Yani bilimsel bilgide esas olanın “yanlışlanabilirlik” olduğunu düşünüyorum. Dün Newton vardı, bugün Einstein var, yarın bir başkası olabilir. Bugün Darwin var, yarın bir başkası olabilir. Dün Newton varken biz bilim adına “bu artık son noktadır, Newton’dan sonra bir başkası gelmeyecek” diyebilir miydik bilim adına? Hayır… Çünkü bilimin sabit bir noktası yoktur. Dolayısıyla bana göre, “din ve bilim çatışır mı?” sorusu baştan yanlış kurgulanmış bir sorudur, anlamsızdır.
-Bugünlerde tartışılan Darwin konusunu gibi…
Evet bugünlerde Darwin teorisini tartışıyoruz yine hararetle. Bana göre gülünç bir tartışma. Çünkü hiç kimsenin bilim adına birilerine “Darwin teorisine inanmanız” gerekir deme hakkı yoktur. Bunu söylemek bilime en büyük hakarettir. Newton fiziği ortaya çıktığında birileri çıkıp aynı şeyi yapsalardı ve “Newton fiziğine inanacaksınız, bunun ötesi yoktur” deseydi daha sonra Einstein olmazdı herhalde. Dolayısıyla bilimde bir teori ancak bir sonraki teori için vardır. Bu nedenle ben, herhangi bir teoriyi bilimin bir “amentü” maddesi gibi sunanları “dinde içtihat kapısı kapandı” diyen, Gazali’nin her şeyi söyleyip bitirdiğini, tüm problemleri hallettiğini savunan Ortaçağ mollalarına benzetiyorum. Son yıllarda “Tanrı geni” bulundu, inanç insanoğlunun biyolojik yapısında var, şeklinde söylemler ortaya çıkmaya başladı. Hatta Tanrı Geni başlıklı kitaplar yazıldı. ABD kaynaklı bu söylemler bence din taraftarlarına sevimli gelebilir. Ancak, bana göre bu yanlış bir algılamadır. Çünkü buna inanmak dini “biyolojizm”e mahkum etmek ve insan iradesini yok saymak anlamına gelir. Gizli bir Darwinizm içermektedir bu söylem. Oysa dinin temel iddiası, insanoğlunun Tanrı tarafından akıl ve irade bahşedilerek özel bir amaçla yaratıldığı ve kendisine amade kılınan bu dünyada imtihana tâbi tutulacağı şeklindedir. Tanrı genine inandığınız zaman dinin bu öğretisine inanmamanız gerekir.
devamı alttadır.
Yer imleri