Babam öldüğünde ağlamadım" romanını okuyanlar gerçek ensest yaşam öyküsünü, yazarın anlatımıyla bir çocuğun ne yaşadığı konusunda bilgi edinmişlerdir.

Gazetenin ilk sayfasının köşesinde, dayısı tarafından defalarca tecavüze uğrayan kızın haberini görünce haberin devamını okumak için üçüncü sayfayı açtığında her satırda gözlerinden yaşlar döküldü ve katılarak ağlamaya başladı. Ağladığı aslında kendisiydi. Her satırda zihninde kapanan sayfalar açılıyor nemli, paslı kokular burnuna geliyordu. Bacaklarını aynı abisi bacaklarını bastırdığı gibi hareket ettiremiyordu. Boğazındaki yumruyu bağırarak atmak istiyordu. Çaresizlik bütün vücuduna ateş gibi yayılmış, tükenmiş hissediyordu. Telefonun sesiyle irkildi ve hatıraların verdiği ağırlıktan silkelendi, hatta telefonun çalmasına sevindi. Uzun zamandır obsesif kompulsif bozukluk tanısı ile tedavi alıyordu. Her şeyini anlattığını düşündüğü doktoruna, kapandığını sandığı artık kendisini hiç etkilemeyen bir konuyu anlatmadığını fark etti. Derinlere bir yere, istemeden olta atmış ucunda hiç istemediği kötü kokular gelen bir şeyler yakalamıştı. Oltayı sallıyor ama geri denize atamıyordu çıkanları. Rüyaları geçmişin izlerini vermeye başlamıştı. Ensest öyküsünü anlatmak onun için çok zordu. Anlaşılamayacağı, bu durumdan kendisinin mesul tutulacağı, yargılanacağı kaygıları çocukluktan gelen endişelerdi. Aynen annesine bu durumu anlatamadığı gibi. Bu olaydan sonraki daha ilk görüşmede olanları anlatabilmek, doktorunun onu anladığı ve yargılamadığını hissetmek yarasını açmak için bir fırsat oldu.

Çocukluk dönemi cinsel tacizin izleri maalesef ömür boyu yetişkin bireyin peşini bırakmayabiliyor. Yaşanmış taciz artık travma olarak beyinde yazılı kalıyor. Bu anıları uyaran ufak olaylar bile aynı sıkıntıyı yaşatabiliyor. Cinsel tacizin yaşandığı ortamdaki sesler, kokular, renkler dahi tekrardan yaşanabiliyor. Sanki o anı tekrar yaşıyorcasına anısına girip orada kilitlenip kalabiliyor. Oradaki korku, sıkıntı ya da anlamlandıramadığı duygu yine yaşantılanıyor, bütün vücudu kasılabiliyor. Ya da bu travmatik yaşantıyı kurgulayıp, kendi zihninde tekrar sahneleyip, kendi kontrolünde değiştirebilmek için hayal dünyasını kullanıyor.

Okuduğu bir haber, duyduğu bir olay bazen tamamen ilgisiz görünse de zihinde bir bağlantı kurarak travmatik yaşantıyı aktifleyebiliyor. Öfke, kızgınlık bazen mağdura bazen saldırgana dönüyor. Mağdurenin hangi şartta olursa olsun kendini koruyamamasına kızılıyor, bazen de saldırgan için ailenin küçük bireyine karşı "nasıl sapıkça düşünebiliyor, bunu nasıl yapabiliyor" şeklinde öfke duyup onun patolojisinden çok, nasıl cezalandırılması gerektiğine dair kararlar alıp içsel sistemini rahatlatıyor.

Ensest terimi, birbirleri arasında kan bağı bulunan, çoğu kültürde yasal ya da yasal olmayan kurallarla cinsel birliktelikleri yasaklanmış olan kişilerin cinsel ilişkide olma durumunu ifade eder. Ensest yasağı evrenseldir; yani her kültürde ufak değişikliklerle kural olarak karşımıza çıkar.

Yani, hemen her toplumda patolojik kabul edilen bir durumdur. Ensestin yaygınlığına ilişkin kesin rakamsal veriler yok denecek kadar sınırlıdır. Bunun temel sebebi ensestin toplumda utanç duyulan bir olgu olmasıdır, ensest ilişki içinde olan bireyler, bunu her zaman gizleme eğilimindedirler. Bu durum, açığa çıkmadıkça da istismar devam etmekte olayın vehametini artırmaktadır. Cinsel istismar dışarıdan değil, en güvenilen ortam olan aileden gelmektedir. Bu kişiler bazen baba bazen anne, bazen abi, dede, dayı, amca olabilmektedir. Eldeki verilere göre baba-kız ensestinin daha yaygın bir durum olduğunu söylemektedir. Anne-oğul ensestinin ise ortaya çıkması nerdeyse yok gibidir. İç içe ve kalabalık yaşanan toplumlarda daha sık olmakla aynı oranda da saklanan bir durumdur. Prof. Dr. Haluk Yavuzer, 1986-1992 yılları arasında aile içi cinsel istismar üzerine yapılan bir araştırmada, 31 ensest ilişki vakasından 20'sinin baba veya ağabey tarafından uygulandığının ortaya çıktığını belirtmektedir.

Dokuz Eylül Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bahri Öztürk'ün yönetiminde 1997 yılında yapılan kamuoyu araştırması kapsamında Türkiye genelinde, çocuk iken aile içinde cinsel tacize uğramış kızların oranını da ortaya çıkarmaktadır. Buna göre bu kadınların % 0,82 'si çocuk iken babalarından , % 0,77 'si erkek kardeşlerinden ve % 1,97 'si de yakın akrabalarından cinsel tacize uğradığını beyan etmiştir. Bir başka ifade ile her 100 kız çocuktan yaklaşık 4 'ü aile bireyleri tarafından veya akrabaları tarafından cinsel tacize uğramaktadır. Bu rakamlar elde edilebilen verilerden sağlanan sonuçlardır. Hala istatistiklere yansımayan, bilgisi kendinde kalanlar bu rakamlarda görünmemektedir.

Çocuk yaşta yaşanan ensestiyöz yaklaşımları bazen bir sevgi gösterisi gibi algılanabilmekte, durumu algıladıkça da temel güven duygusunun tamamen yıkılmasıyla sonuçlanabilmektedir. Ona zarar vermekten öte, kendini koruyup gözetebilecek gördüğü ailesinden isteği dışında yaklaşıma maruz kalmak; dünyayla ilişkili her türlü tehlikelere her an karşılaşabileceği duygu ve düşüncesini geliştirir. Artık dünya o kadar da emniyetli bir yer değildir!

Vücutta belki hiç iz bırakmayan bu yaşantılar, beyinde çok derin izler bırakır. Bu izlere bazen dokunduğunuzda, bazen de daha dokunmadan kendini anımsatır. Ya da tamamen kapsül içine alınarak bu yaşantılanan olay beynin en derinlerine saklanmakta ki kendisi dahi ulaşamasın. Acısı ve katlanabilirliği dayanılmaz olan durumlarda kapsüle atılmakta, hazmı daha da zorlaşmaktadır. Bir çivi gibi sistemin içinde durmaktadır. Bu anılara ulaşmak hiç mümkün olamayabileceği gibi, ansızın gün yüzüne de çıkabilir. Katarsisle kusarcasına, dışa cerahati boşaltabilir kişi. Yoğun ağlama ve sinir krizi şeklinde yaşanabilir bu çıkış. Kokular, sesler, görüntüler bazen bu kapsülün yırtılmasına neden olabilir.

Ensest ilişkinin utancı, istismara uğrayan kişinin çaresizlikleriyle birleşince, ciddi yıkım ve kişilik bozukluklarına sebep olmaktadır. İlişki taraflarının rızasının bulunması dahi, olayın suç durumunu ortadan kaldıramaz.

Ensest kimi kez aile içinde gördüğü halde görmezlikten gelinen bir duruma dönüşür. Anne kendini cinsel ilişkiden korumak için bilinçli olmayan şekilde çocuğunu eşine ya da diğer bireylere kurban sunabilir. Sadece anne değil, ailenin diğer fertleri de bu olaya kör kalabildikleri çoğu kez aşikardır. Aile içinde ensest ilişki doğal karşılanmaya başlanmış olabilir, toplumda duyulma riskini göze alınamadığı için istismara uğrayan susturulabilir, aileyi ekonomik olarak ayakta tutan kişinin bu olayda yer alması bu suçun örtülmesi için türlü sebepler olabilir. Haliyle bu suçu işleyenlerin tedavi alması mümkün olamamaktadır. Bu durumdan etkilenen kız ya da erkek çocukların kişiliği, cinsel kimliği parçalara bölünmüş ya da dağılmış olarak saklanır. Ruhunda açılan yaralar tekrar ne zaman ağrıyacağı belli olmaksızın kapatılır. Kurbanlarını en yakınında seçen bu kişilerde aslında kendi kişilik bozukluklarının kurbanıdırlar.

Bu davranışlar, çoğu kez narsisistik davranış bozukluğu şeklinde ortaya çıkan, bazen toplumda oldukça saygın bireylerin görünmeyen yüzünde saklı kalıyor. Başka alanlarda oldukça başarılı, dürüst çalışkan olabilirken kendi görünen kişiliğine yabancı kalan ensestiyöz yaşantı tek haz alanı olabiliyor ve bundan vazgeçemiyor. Bazen bu durumu kendi de yargılasa, savunma mekanizmaları bu durumu ensest lehine çeviriyor. Antisosyal kişiliklerde de ensest ilişkiye girebilir hatta vicdan muhasebe ihtimalleri çok zayıf olur. Alkol, madde kullanımı da gerçeği değerlendirmeyi bozarak bir babanın kızına bakışını değiştirebilir. Babası alkol aldığına evde saklanan bir kız çocuğunun yetişkin yaşta bunu hatırlarken nasıl titrediğini görmek buna bir örnek olabilir ancak.

İster cinsel istismar deyin ister enset kurbanı deyin sonuçta en yakınından gelen bu darbe çoğu kez dışarıdan gelen darbeden daha yaralayıcı olacağı açıktır. Yaşanan travma ileriki yaşlarda bazen psikoz, bazen borderline kişilik bozukluğu, bazen çoklu kişilik bozuklukları olarak kendine ve topluma yararı olmayan yanlış yerlerde tamir etme telaşı içinde olurlar. Yazık ki ailede başlayan darbe ve saldırganlık, daha sonra kendi elleriyle oluşturduğu durumlarla dışarıdaki hayatta devam edebilir. Kişilik bozuklukları yanı sıra adı ister depresyon, travma sonrası stres bozukluğu ister dissosiyatif bozukluk olsun yaraları sarılmadıkça bazen sürekli, bazen ara ara canı yanmaya devam edecektir.

Bizde toplum olarak onları görmezden ve duymazdan gelir, ayıplayıp kapatma yoluna gidersek suça iştirak etmiş; bir çocuğun ya da ergenin hayatının kararması için yardım etmiş olmaz mıyız?