ÖNCE TEK TEK
Evlilik problemi ile başvurulduğunda terapistin ilk yapması gereken hemen aile yapısına yönelmek değil, önce tek tek bireylerin kişilik problemlerini tesbit edip ele almak ve olabildiğince çözmektir. Zira kendi içinde problemli bireylerden oluşan bir ilişkinin dengeli olması tabiî ki çok zordur.
Zaten evlilik problemleri için başvuranların çoğunluğunu kadınların oluşturduğu ve genellikle erkeklerin (gurur yüzünden) terapi yardımına pek sıcak bakmadıkları da bir gerçektir. Bu yüzden biz terapilere sıklıkla sadece hanımlardan başlamak zorunda kalırız.
Burada ilginç bir gözlem olarak belirtmeliyim ki, bugüne dek evlilik problemi yüzünden depresyona girmiş pek az erkek hastam oldu. Ve bana depresyonda gelen bayan hastalarımın hemen hepsinin evliliklerinde sorun vardı ve depresyonun en önemli sebebi bu sorunlardı. Bunu, hanımların ikili ilişkilerden erkeklere kıyasla çok daha fazla etkilendikleri biçiminde de yorumlayabiliriz. Zaten Cemil Meriç kadını ‘merkezi kendi dışında olan bir dünya’ olarak tanımlamıştır.
Yani kadınlar kendileri için ve kendi yollarında yürümek yerine, sevdiklerine (eşlerine, çocuklarına) endeksli biçimde yaşarlar çoğunlukla. Erkeğin ise çoğu kez ailede yolunda gitmeyen şeylere karşı biraz duyarsız olduğu ve kendisini iş, arkadaş ve hobiler gibi yollarla avuttuğu maalesef sık rastladığımız bir durumdur. Bu durumda nasıl ki “Yuvayı dişi kuş yapar;” öyle de, yardım için de genellikle bayanlar başvurur.
Aslında terapiye her iki tarafın da katılması (ki zaten ancak o zaman aile terapisinden bahsedilebilir) evlilik problemlerinin çözümünde sonuç almayı çok daha kolaylaştırır ve terapi süresini de kısaltır. Fakat yine de, ilişkide problem yaşayan bir bireyin tek başına göreceği terapi bile hem ilişki adına, hem de kendi adına çok fayda verebilir.
Nitekim, kişisel gözlemim olarak, bugüne dek evlilik problemleri için bana başvuranların yüzde 60-70 kadarı sadece bireysel görüşme ve terapilerden sonra bile aile hayatlarında ciddi bir düzelme gösterdiler ve çoğu kez eşleri beraber görmek (mümkün olamadığı gibi) çok gerekmedi bile.
Eşlerden sadece birinin ‘değişmesi’ bile ilişkiyi bariz biçimde düzeltebilmektedir yani. Siz değişince karşınızdakinin tavırları da değişir çünkü ister istemez. Duyarsız bile olsa, ‘duvar’ değildir kimse. O yüzden her zaman için yapılacak ilk iş, ‘topu karşıya atmadan’ önce kendini değiştirmeye çalışmak olmalıdır.
Aslında dinen de önerilen tavır bu değil midir zaten? Önce kendine bakmak, kendi hatalarını aramak, başkasını suçlamadan önce kendini ıslah etmeye çalışmak değil midir övülen?
Topu ‘karşıya atmak’ dışında, bir de ‘başkasına atmak’ yanlışı vardır. Özellikle toplumumuzda çok yaşanan gelin-kaynana problemleri bu yönden enteresan bir önem taşır. Çoklukla gördüğüm bir örnek: Aslında karı-koca arasında ciddi uyumsuzluklar vardır.
Ama (genellikle bayan) bu problemleri kabullenmek istemez. Var olan aksaklığı da görmezden gelemeyince kendince bir savunma geliştirip (kaçamak) bir çözüm bulur: “Aslında biz eşimle çok uyumluyuz; ama kayınvalidem vs. eşimi olumsuz etkiliyor, o yüzden anlaşamıyoruz.
Aramızdan çekilseler işler yoluna girer.” Gerçeği inkâr etmek ve bir günah keçisi bulmaktır bu aslında. Takip ettiğim birçok çift (çoğunlukla da bayanın isteği ile) aileden uzağa taşındıklarında evlilik problemleri maalesef aynen devam etti.
Bu konuyla ilgili önemli bir diğer gerçek de, aslında evlilik sorunlarının en önemli sebeplerinden birinin eşlerin kendi çocukluklarından, kendi anne-babalarının evliliğinden miras getirdikleri problemler olduğudur.
Kendi çocukluğunda iyi bir evlilik ilişkisi, sağlıklı bir aile ortamı görmemiş kişilerin bir yandan bu yaşantılara bağlı olarak kişilik problemlerinin olması yüzünden, bir yandan da bilinç altında evliliğe dair yerleşmiş önyargılarının etkisini aşamamışlar ise sağlıklı bir evlilik kurmaları çok zordur maalesef.
Bir bayan hastam olmuştu. İlk başvurduğunda şikayeti uykusuzluk, sıkıntı, sinirlilik gibi şeylerdi. Görüşme esnasında eşiyle de ciddi problemleri olduğu açığa çıktı. Eşi alkol kullanıyor ve sık sık da kendisine dayak atıyordu. Üzücü bir durumdu açıkçası.
Ama olayı biraz daha sorgulayınca anlaşıldı ki, bu, bayanın ikinci evliliğiydi ve ilk eşinden ayrılma sebebi de yine alkol ve dayaktı. İlginçliğe bakın ki, ilk eşinden alkol ve dayak sebebiyle ayrılan bayan ikinci eşini de aynı özelliklere sahip kişiler arasından seçmişti. Tesadüf mü dersiniz? Tabii ki değil.
Sonra çocukluğunu sorgulayınca işin sırrı anlaşıldı. Bu bayanın babası da alkolik ve sinirliydi. Küçüklüğü babasının evde içki içip sebepli-sebepsiz dayak atması ile geçmişti. Bilinç altına şu fikir kazınmış oluyordu bu durumda: “Bütün erkekler içki içer ve dayak atar. Benim evleneceğim kişi de böyle olacak muhtemelen ve ben de annem gibi çile çekeceğim.” Ve bu ‘kendini doğrulayan kehanet’ sonunda iki evliliğinde de gerçek olmuştu.
Bu örnekte de olduğu gibi, evlilik problemlerinde kişilerin kendi anne-babalarından edindikleri önyargıları farkedip değiştirmeleri çok önemli bir yer tutar. Meselâ otoriter bir babayla yetişmiş ve ona hayranlığı süren bir bayan için eşinin yumuşak ve diyalog yanlısı bir karakterde olması bile problem oluşturabilmektedir.
Veya annesi aktif, girişken olan ve onun bu özelliğini benimsemiş bir erkek, karısının sessiz ve pasif olmasını ilgisizlik, sevgisizlik şeklinde algılayabilir. Bu tür yanlış anlamaları farkedip açıklamak ve düzeltmek için uzman bir terapistin şart olduğunu takdir edersiniz.
BOŞANMAYI DÜŞÜNMEMEK
Aile terapisinin başlangıcında ilk önerimiz; boşanmayı düşünmeden, sadece bugünkü sorunları çözmeye odaklanmaktır. Biz evlilik terapisine ilk başvuran çiftlere meselâ altı ay gibi bir süre için ayrılmayı akıllarına bile getirmemeyi tavsiye ederiz. Çünkü “Yürümezse boşanırım” fikri, problemlerin çözümünü engelleyen bir kaçıştır çoğu zaman.
Eşler arasında belli bir konuda gerilim doruğa çıktığında ve ipler gerildiğinde “Bu böyle gitmez, ayrılırım daha iyi” fikri o anki problemi hasır altına atar sadece. Gerilim azalır, ama problem olduğu gibi kalır. Bir süre sonra gerginlik soğuyup ortalık durulduğunda da herşey ‘eski tas, eski hamam’ olur tabii. Sonra film yeni baştan oynar. Kavga> ayrılma fikri> küsüp susma> sakinleşme> unutma> barış> kavga....
Oysa boşanma düşünülmese, “Biz bu sorunu çözmeliyiz” mantığı ile olayların üzerine gidilse, o gergin ortam çözümün de en kolay bulunacağı ortamdır aslında. Malum ya, ‘demir tavında dövülür.’ O yüzden ilk etapta kesinlikle boşanmayı akla bile getirmeden (zaten ebedî hayatta da inşaallah sürecek bir evliliği) kurtarmak amacına odaklanması lâzımdır eşlerin.
devamı alttadır.
Yer imleri