Olaylar karşısında göstereceğimiz tepkileri alacağımız karşıt tepkilere göre mantığımızla tartar ve ona göre ayarlarız. Bu karşıt tepkiler ise anında (bir kişiden veya toplumdan) veya sonradan (kanunlardan, kurallardan) gelir.
Bir kuyrukta bekliyorsun, hava sıcak ve önünde daha elli kişi olmasına karşın sıra ilerlemiyor. Sorun ise sıranın en önünde olan, veznedara sürekli bir şeyler soran adam. Kendi kendine söylenmekten başlayıp, adamı kenara çekip ‘Yetti be adam’ diye bir güzel sopalamaya kadar giden değişik tepkiler verebilirsin. Tabi ki vereceğin tepkinin dozuna göre alacağın tepkinin dozu da değişecektir. Hiçbir tepki almamaktan, sopa yemeye veya hapse atılmaya kadar giden bir dizi sonuçlar karşılaşabilirsin.
Öfke, sevgili dostum, seni karşıt tepkilerin olmadığı ülkeye götürür. Korkularını yok eder. Kendine zarar vereceksin diyen sesi susturur ve benliğinin geri kalanını tamamen serbest bırakır. Seni dünyanın en haklı insanı gibi hissettirir. Öfke, insanın mantığını kapatma gücüdür. Elli kişilik sıranın en arkasındaki adamın gözünü karartıp, sırayı tıkayan adama uçan kafayla girmesine olanak veren şey öfkedir.
Öfkeyle ilgili bir sürü deyim ve atasözü var: ‘Öfkeyle kalkan zararla oturur’, ‘Öfkeden gözü dönmek’, ‘Öfkesi başına vurmak’. Bütün bunları toplarsan, öfke 3 şeyle ilgilidir; mantıksız tepki, kendine zarar, başkasına zarar. Arının iğnesi gibidir. O zaman, gayet işe yaramaz görünen bu öfke neden var?



Ne işe yarar bu öfke?

Soğuk savaş yılları geride kalmış da olsa, hala dünyayı defalarca yok edecek kadar çok nükleer başlıklı silah var. Nükleer silahların günümüzde tek kullanım alanları caydırıcılıktır. Yani sen bana atma, ben de sana atmayayım şeklinde kullanılıyor. Atılmadığı sürece caydırıcı ve faydalı, fakat eğer günün birinde birisi kullanmaya kalkarsa o zaman her iki taraf, bütün dünyayla beraber, mantıksız bir şekilde zarar görecek.
Öfke de caydırıcıdır. Hiçbir zaman kullanılmaması gereken ama orada olduğunun bilinmesinin yeterli olduğu bir silahtır. Ne kadar çok kişi sende bu silahın olduğunu bilirse o kadar etkili olur. Ama her kullandığında mutlaka o veya bu şekilde zararlı çıkarsın.

Mahallede, okulda, iş yerinde ‘ters’ insanlar vardır. İnsanlar tarafından çabuk parlayan, asabi olarak bilinir ve kimse kolay kolay o insanlarla ters düşmez, suyuna gider. Çünkü herkes bilir ki o insanın hoşuna gitmeyen bir şey yaparsa öfkelenir ve sonuçta kendisi de karşıdaki de zarar görür. Bu tür kişilere öfkeleri aslında fayda sağlıyor gibi görünse de, hiç kimse onlarla arkadaşlık kurmak istemez, ilişkileri en alt seviyede götürür. Kendi adıma en hoşlanmadığım ve hayati bir durum yoksa ilişkiye girmediğim insan türüdür.
Tabi ki dilimizde sadece öfke diye bir terim yok; kızgınlık var, sinirlenmek var, hoşuna gitmemek var. Bunlar da aslında büyüklük sırasıyla birbirini takip eder. Bazen insan bu aşamalardan yavaş yavaş geçerek sonunda öfkesine yenik düşer. Bazen de karşılaştığı olay çok büyük ve şok edicidir, o zaman da insan bir anda öfkelenir. Tıpkı bir savaşın önce topla tankla başlayıp iş ölüm-kalım’a dönünce nükleer silah kullanılması veya karşı tarafın bir anda füzeleri yolladığını gören ülkenin de kendi füzelerini anında yollaması gibi.
Çocukken evimizin yanında küçük bir meyve bahçesi ve bahçenin bir de yaşlı sahibi vardı. Her çocuk gibi bahçeden birkaç erik almak için planlar kurarken aklımın bir köşesinde hep yakalanma korkusu olurdu. Bu korkunun ana öğesi ise eli sopalı ve köpürmüş durumdaki yaşlı amcaydı. Onu hiddetten köpürmüş olarak değil de normal günlük hayatında gözümün önüne getirsem o kadar korkmazdım belki. İşte öfkenin gücü de tam olarak budur. Tüm insanlar, tüm insanların öfkelenebileceğini bilir ve bunun sonuçlarını düşünmekten bile korkar. Öfkenin gücü korkudur.
Öfke caydırıcıdır, kullanılmadığı sürece faydalıdır. Öfkeye kapılmış bir insan kendisini, dolayısıyla kaybedeceklerini düşünmez. Kaybedeceği bir şey olmayan bir insan çok tehlikeli olabilir.
Öfke sadece başvurulacak son çare iken kullanıldığında faydası zararından fazla olur. Ve son çare derken, gerçekten de son çareden bahsediyorum.



Öfkeye Alternatif Yaratmak

Liseye giderken oturduğumuz apartmanda komşulardan birisinin oğlu oldukça asabiydi. Ailesinde sorunlar ve hatta normal konular genelde kavga gürültüyle halledildiğinden, bu çocuk da o davranışı benimsemiş. Bir gün eve giderken yolda gördüm, sağ kolu tamamen sargıların içinde. Annesi bakkala göndermek istemiş, bu da televizyonda seyrettiği filmi bırakmak istememiş. Sonuç olarak kısa bir tartışma ve yumruklanan kapı camı sonrasında bütün kolu kesilmiş. Doğru acile.
Hayatta karşına birçok problem çıkar. İnsan ise olağanüstü bir problem çözme makinesidir ve karşısına çıkan her türlü sorunu türlü değişik şekillerde çözer. Sorunları çözmenin en iyi yolu yüzleşmektir ama bazen kaçmak veya erteleyip zamana bırakmak da işe yarar.
Öfkelenip bağırıp çağırmak, şiddet göstermek ise problemi, kendin ve etraftakilerle beraber “kırmaya” benzer. Sabır küpünü çözmek yerine sinirlenip kırmak gibidir. Sorunu anlık olarak yok edersin ama bu gerçek bir çözüm değildir.

Öfkeye kapılmamak için en önemli konu, problem çözme yeteneğini artırmaktır. Hayatta karşına çıkan her sorunun büyüklüğü, senin sorun çözme gücüne göre değişir. Nasıl ki ağırlık çalışan birisine tek elle 20 kilo kaldırmak kolay gelirken, bana zor geliyor aynı şey.
Sinir ve kızgınlık, çözemediğimiz, köşeye sıkışmaya başladığımız durumlarda ortaya çıkmaya başlar. Hala yapacak, deneyecek bir şeyleri olan insan çok sinirlenmez. Sinir ve kızgınlık da, eğer çaresizlik hali devam ederse öfkeye dönüşür ve insan kendisini kaybeder. Sürekli bu şekilde yaşayan birisinin bakışı ise yavaş yavaş nefrete doğru kayar. Nefret de öfkenin kronikleşmiş hali gibidir.
Karşına çıkan sorunları çözme yeteneğini artır. Sorunlar karşısındaki bakış açın, “off yine geldi beni buldu” değil “bu sorunu çözülebilir, ama nasıl” olsun. Olaylara bu şekilde olumlu yaklaştıkça ve sorunlarını çözdükçe, sorun çözme yeteneğin de artacaktır. İnsan tekrarladığı ve pratik yaptığı şeyleri öğrenir ve geliştirir.
Sorun çözmek deyince çok büyük bir alanı kapsıyor tabi ki. Ama temel olarak sırasıyla; sorunu fark etmek, anlamak ve analiz etmek, çözümler üretmek, çözümleri karşılaştırmak ve en iyisini seçmek ve uygulamak olarak özetlenebilir. Bu adımlardan her birisini ne kadar yetkin bir şekilde yapabilirsen, karşına çıkan problemleri de o kadar iyi çözebilirsin.

Son Nokta

Eğer öfke nöbetinin kapıda olduğu hissediyorsan, bir şeyleri kırmak veya karşındakinin suratına bağırmak üzereysen… filmi dondur. Sorunu çözememişsin. Çözebilseydin şimdi keyifle başarını düşünüyor olurdun.
Bu noktadan sonra yapabileceğin birkaç şey var. Ya öfkenin benliğini kaplamasına izin vereceksin, ya bir güzel yutkunup bastıracaksın yâda derin nefesler alıp veya güzel şeyler düşünüp (bir sürü benzer teknik var) geçiştireceksin. Dediğim gibi asıl olay, bu noktaya hiç gelmemek, ama yine de istersen şunlara bir göz at.
Ama şu da aklının bir köşesinde olsun, bazı durumlarda insan gerçekten yapabileceği her şeyi yapar ve karşıdakinin amacı üzüm yemek değil bağcıyı dövmektir. Böyle bir zamanda öfkeye kapılmakla göreceğin zarar, kapılmamakla göreceğinden fazladır. Hiçbir zaman öfkelenmezsen, o zaman filmlerdeki klasik itilip kakılan gözlüklü küçük çocuk tiplemesine dönersin.
Hayatta gerçekten öfkelenmeni sağlayacak olayların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Eğer her gün, her hafta bir şeylere kızıp sinirleniyor ve öfkeden deliye dönüyorsan, o zaman sorun çözme konusunda alacağın çok yol var demektir.
İşin iyi yanı; sorunlarını çözdükçe, sorun çözme kapasiten de artar. Ve bu da öfke eşiğini daha yukarıya çeker. Aynı koştukça daha çok koşabildiğin veya okudukça daha hızlı okuyabildiğin, yemek yaptıkça daha da ustalaştığın gibi.

uyurgezer.net