Dünyayı kuşatan kriz ortamında ruh sağlığımızın krizden nasıl etkileneceğini Taraf gazetesi Psikiyatrist Prof. Dr. Can Cimilli’ye sordu.

TARAF - Dünyayı kuşatan kriz ortamında ruh sağlığımızın krizden nasıl etkileneceğini Taraf gazetesi Psikiyatrist Prof. Dr. Can Cimilli’ye sordu. Cimilli, “Psikiyatrik hastalıkların doğrudan dış koşulların etkisiyle oluştuğunu söylemek pek mümkün değil” diyor.

Ekim ayı başında Michigan Üniversitesi’nde gerçekleştirilen Uluslararası Halk Sağlığı Sempozyumu’nda sağlık açısından dünya halklarının gidişatının hiç de umut verici olmadığı bir kez daha görüldü. Gelecek 40 yıllık süreçte, dünya nüfusunun hızla yaşlanması başta gelmek üzere çok sayıda faktör tıbbi tedavi gerektiren hastalıkların sayısında olağanüstü bir artış olacağına işaret ediyor.
Öte yandan sinyallerini daha önceden vermiş olup 2008 yılı başından itibaren yaşanan ekonomik kriz ortamına bağlı olarak Asya ve Afrika halkları başta gelmek üzere açlık ve salgın hastalıkların da kapıda olduğuna dair haberler pek de içaçıcı değil. Bu tarz haberlerin en can sıkıcı olanlarıysa kriz ortamlarının iç dengeleri bozarak psikiyatrik hastalıklara yol açacağına dair öngörüler. Türkiye en az etkilenecek ülkeler arasında sayılsa da, etkileri her geçen gün daha güçlü hissedilen krizin ruh sağlığı ve psikiyatrik hastalıklar açısından olası sonuçlarını öğrenmek üzere Dokuz Eylül Üniversitesi Psikiyatri Bölümü Başkanı Prof. Can Cimilli ile görüştük.

Yaşanan kriz ortamında ve özellikle de ne yönde gelişeceğini bilemediğimiz belirsizlik ortamında ruh sağlığımızda ne gibi değişiklikler oluyor?
Can Cimilli: Hafif bir giriş yapalım... Bir anekdot aktarayım size. Geçenlerde arabamın lastiği patladı, lastikçiye gittim. Tamir sırasında usta “İşler nasıl abi” diye sordu. Ben de, alışkanlık tabii, “İyi” dedim. Bu bir hayretle ve gayet tepkisel “İki aydır iyiyim diyen tek adamsın be abi” dedi...

Kriz ortamında herkesin işleri sarpa sarınca sizin işlerde artış mı oluyor acaba? (Gülüşmeler)
C.C: Çok da olmuyor işte... Onu söylemek için böyle girdim lâfa... İnsanların tabii hayat şartları değişiyor, ağırlaşıyor; o yüzden şikâyetler artıyor. Ancak psikiyatri açısından, yapılan çalışmaların ve istatistiklerin gösterdiği o ki, psikiyatrik hastalıkların —ki bunlara depresyon da dâhil— doğrudan dış koşulların etkisiyle, özellikle de materyal dış koşulların etkisiyle oluştuğunu söylemek pek mümkün değil. Esas olarak genetik faktörler belirleyici. “Olacaksa olur” deriz biz... Dış koşulların hiç mi etkisi yok? Tabii ki var, ama oldukça sınırlı.

“Kriz delirtiyor” gibi bir sonuç çıkarılırsa bu doğru değil yani...
C.C: Eh ben öyle ifade etmezdim tabii de, siz söylediniz...
(Gülüşmeler)

Peki insanlar, bizim sokakta “yaşama sevinci” dediğimiz şeyi kaybetmiyor mu kriz ortamlarında?
C.C: Şimdi kriz derken bu son dönemdeki ekonomik krize gönderme yapıyoruz sanıyorum. Ancak daha da genelleştirerek bu kriz de dâhil olmak üzere bir genel tablo çizmek gerekirse olan şu. Ekonomik kriz ortamında işini kaybetme, ödeme güçlüğüne düşme, iflaslar ve benzeri olaylar söz konusu olduğunda; akut anda ilk tepki tüm harcamaların durdurulması biçiminde yaşanıyor, dolayısıyla sağlık kuruluşuna başvurular da duraklıyor. Bir süre sonra olumsuz sonuçlar ortaya çıkınca ruh sağlığı hizmetlerine başvurular başlıyor. Bu dönemde uyum bozukluğu, depresyon, psikosomatik beden hastalıkları, madde kullanımında artış ve insan ilişkisi sorunları görülebilir. Bunlar yaşanan krizle doğrudan ilişkilidir. Kriz birkaç aydan daha uzun sürer ve derinleşirse, alım gücü hiç kalmazsa, yaşamak ağır bir hayatta kalma savaşına dönebilir elbette. Ancak bu koşullar için bile psikiyatrik hastalığın “sebebidir” demek çok mümkün değil.

Koşulların bir takım genetik hastalık eğilimlerini tetikleyici rolü de mi yok?
C.C: Elbette var. Az önce söyledim, yine söyleyeyim, dış koşulların etkisi sınırlı, ama hiç etkisi yok diyemeyiz. Ancak toplumsal yapı ve kültür özellikleri çok belirleyici. İntihar konusunda sosyolojinin kurucusu Dürkheim’ın çalışmalarını anımsatmak isterim. Dürkheim toplumsal olaylarla intiharlar arasındaki yakın bağlantıyı göstermişti. Dolayısıyla, kriz ortamlarında psikiyatrik hastalıkların sıklığı ya da artışı da ülkedeki politik ya da ideolojik yapılanmayla çok ilintili. Neden? Çünkü başa çıkma yolları ya da kanallar konusu gündeme geliyor ki bu da sosyal yapıyla birebir bağlantılı.

Türkiyeli halkın durumunu nasıl değerlendirirsiniz bu bağlamda? Genelde krizlere, ya da şimdi yaşamaya başladığımız bu krize dirençli miyiz meselâ?
C.C: “Genelde kriz ortamları” diye bakarsak; en ideal başaçıkma yolunun siyasi mücadele içinde olmak olduğu söylenebilir meselâ... Söyleyenler vardır, ve bir psikiyatr olarak bana sorarsanız ben de bu görüşe katılırım. Ancak böyle bir görüşü savunmanın Türkiye’de pratik bir önemi yok. Türkiye’de onyıllardır siyasi mücadele kanalları tıkalı durumda. Politize olmak, bir siyasi ideal için mücadele etmek, bu alanda bir örgütlenme ve üretim içinde olmak insanı psikiyatrik hastalıklardan koruyacak, ya da travmaları hafif atlatmayı sağlayacak en önemli faktör. Peki ne yapacaksınız? Dediğim gibi kanal yok...

Özetle politize olmak ve siyasal bir ideal için mücadele etmek krizle başaçıkmada etkin bir yol diyorsunuz...
C.C: Doğru... Çünkü paylaşmak önemli. Psikiyatrist olarak bizim de yaptığımız benzer birşey zaten. Travmayı “anlatma”nın yararı var. Bu alanda kadınlar üzerindeki toplumsal baskı ve her türden yükler daha fazla olsa da erkeklerin de başka bir dezavantajı var... Erkekler psikiyatrik sorunlar söz konusu olduğunda çok da tıbbi tedavi ya da bakım arayışına girmez. Daha ziyade kendi kendilerine çözmeye eğilimliler. Ama hayır, profesyonellerin yararı olur. Psikoterapinin de yararı olur, ilaçla tedavinin de. Dediğim gibi travmayı anlatmanın her zaman yararı var.

Anlatmak, paylaşmak, politize olmak dediğinizde bende yarattığı izlenimler şunlar: Kendi acısıyla kalmayı, kendine acımayı engellemeye yönelik gibi bu öneriler...
C.C: Doğru... Çünkü farkındalık önemli... Kriz dönemlerinde işini kaybeden insanlar da olacak, tüketim alışkanlıklarında köklü değişiklikler de olacak... Olabilir bunlar... Hatta refah düzeyi ne kadar yüksekse kriz öncesinde, kriz de o derece görünür olur. Eskiden evlerimizde birer telefon vardı, şimdi 3-4 kişilik ailede altı telefon var... Ani olaylarda kriz dönemlerinde çabucak yeni koşullara uyum sağlamak çok zor. Ancak farkındalık önemli. Değişen koşullarda yaşam alışkanlıklarının değişeceğini bilmek ve buna hazır olmak herşeyden önemli.

http://www.aktuelpsikoloji.com