Sayfa 11/46 İlkİlk ... 78910111213141521 ... SonSon
455 sonuçtan 101 ile 110 arası

Konu: Gül dili...

  1. #101
    Çıraklık Dönemi
    Üyelik tarihi
    Nov 2016
    Mesajlar
    1.319

    Standart

    Bilmek istersen seni,
    Cân içinde ara cânı.
    Geç cânından bul ânı,
    Sen seni bil, sen seni.

    Kim bildi ef´âlini,
    Ol bildi sıfâtını,
    Anda gördü zâtını,
    Sen seni bil, sen seni.

    Görünen sıfâtındır,
    O´nu gören zâtındır,
    Gayri ne hâcetindir,
    Sen seni bil, sen seni.

    Kim ki hayrete vardı,
    Nûra müstagrak oldu,
    Tevhîd-i zâtı buldu,
    Sen seni bil, sen seni.

    Bayram özünü bildi,
    Bileni anda buldu,
    Bulan ol kendi oldu,
    Sen seni bil, sen seni.

    HACI-BAYRAMI VELİ

  2. #102
    Çıraklık Dönemi
    Üyelik tarihi
    Nov 2016
    Mesajlar
    1.319

    Standart

    https://youtu.be/PJIiTkYLDCs

    Bazen bir çiviyi tekrar tekrar çakmak gerekir.

  3. #103
    Çıraklık Dönemi
    Üyelik tarihi
    Nov 2016
    Mesajlar
    1.319

    Standart

    ÇALIŞMA VE TEVEKKÜL

    Tevekkül (insana) rehberdir, ama sebebe (sarılmak) da Peygamber’in sünnetidir.

    Peygamber yüksek sesle “Tevekkülle beraber devenin ayağını bağla” buyurdu.

    “Kazanan Allah’ın sevgilisidir” işaretini dinle; tevekkülden dolayı “Teşebbüs hususunda tembel olma!” dedi.

    Tevekkül ediyorsan çalışmak hususunda tevekkül et; kazan da sonra Allah’a dayan!

    Çalışıp çabalamak kaderle cedelleşmek değildir; çünkü bunu da bize kader yükledi.

    Padişah dedi ki: “İnsanın elde ettiği şey, zararsa çalışmamasından ileri gelmiştir, kârsa çalışıp çabalamasından.”

    Halbuki takdir haktır; ama, kulun çalışması da hak. Kendine gel de koca şeytan gibi kör olma!

    Peygamber de, rızık için “Kapısı bağlıdır, kapısında da kilit var” buyurmuştur.

    O kilidin* anahtarı bizim hareketimiz, gelip gitmemiz ve kazancımızdır.

    (Şunu da bil ki) nur ve kemâli artıran lokma helâl kazançtan elde edilen lokmadır.

    Birisi bir define buluverir, (başkası) ben de define istiyorum, dükkanla, alış-verişle ne işim var? der.

    Baht işi bu. Bedende kudret oldukça çalışıp kazanmak gerek.

    Çalışıp kazanmak define bulmağa mani değil ya! Sen işten kalma da nasibinde varsa definede arkandan gelsin.

    (I/0912-914, 947, 976, VI/403, 407, V/2385, 2386, I/1642, II/733-735)

    Hz.Mevlana

    http://www.semazen.net/show_text_mai...=549&menuId=38
    Konu Denge tarafından (19-11-2018 Saat 10:11 AM ) değiştirilmiştir.

  4. #104
    Çıraklık Dönemi
    Üyelik tarihi
    Nov 2016
    Mesajlar
    1.319

    Standart

    İlim ilim bilmektir*
    İlim kendin bilmektir*
    Sen kendini bilmezsin*
    Ya nice okumaktır

    Böyle söyler yunus emre meşhur şiirinde.

    Ya hacı bayram'ı veli ne diyor;

    Bilmek istersen seni*
    Can içre ara canı*
    Geç canından bul anı*
    Sen seni bil sen seni*

    Hep kendine bir yöneltiş ;içini, duygularını,düşüncelerini anlamaya bir yöneltiş ki yüce rabbimiz'' ben size şah damarınızdan daha yakınım''demiyor mu?

    Ne işe yarayacak peki bu?

    İnsanın kendini yakalaması ve farketmesi,kendini geliştirmesi yolunda atacağı ilk adım çünkü.

    Örneğin çok öfkelisiniz,eğer bunu farkedebilecek kadar iç görü sahibiyseniz,vicdanınızıda güzel ve latif kaynaklardan beslediyseniz bunu yenmeniz gerektiğinide bilirsiniz.

    Ne diyor Yunus;

    Dövene elsiz gerek,
    Sövene dilsiz gerek,
    Derviş gönülsüz gerek,
    Sen derviş olamazsın.

    Bir bahçe kurun beyninizde sadece güzel fikirler yetiştirin.eskinin tabiriyle efradını cami,ağyarını mani yapın,yani ayrıkotu sokmayın bu bahçenize.

    Güzel düşünün ki hayattan lezzet alabilesiniz.

    Umutsuzluğa ve umutuzluk aşılayanlara hayatınızda yer vermeyin,bir ucundan tutun hayatın ve zorlayın,önce biraz çile çekeceksiniz ama inşallah sonu çok güzel olacak.

    Filmde de dediği gibi herşey çok güzel olacak.

    *****

    *Yukarıdakiler yıllar önce,daha ümitliyken yazdığım bazı kelimeler...
    Konu Denge tarafından (22-11-2018 Saat 08:48 AM ) değiştirilmiştir.

  5. #105
    Çıraklık Dönemi
    Üyelik tarihi
    Nov 2016
    Mesajlar
    1.319

    Standart

    Mesele ne sadece akla,ne de sadece kalbe göre yön bulmaktır.

    İslamda ve insanda aslolan kalb-kafa birlikteliğidir.

    Ne hurafeye sapacak kadar akılsız,ne de hissiyatı kaybedecek kadar kalbsiz.

    İkisinin arasında da denge gerekir.

    Ne hissiyatsız kuru akıl,ne de önüne set çekilmemiş,aklı dengeyi bozacak duygular insan bilincine doğruyu gerçek manada yansıtabilir.

    Bizim için fikri planda doğru olan batının aklıyla doğunun kalbinin bir sentezini oluşturmak olsa gerek..
    Konu Denge tarafından (22-11-2018 Saat 11:12 AM ) değiştirilmiştir.

  6. #106
    Çıraklık Dönemi
    Üyelik tarihi
    Nov 2016
    Mesajlar
    1.319

    Standart

    Bir insanın özgürlük sınırı başka bir insanın özgürlük sınırında biter.

    Bu yüzden cana kıyan,insanların hakkına giren,kul hakkı yiyen,şeytanın eline oyuncak olan insanlar sonra kendilerine adaletsizlik yapıldığından dem vurmamalıdır.

    Nefsi müdaafa dışında hiçbir acı cana kıymayı meşru gösteremez.

  7. #107
    Çıraklık Dönemi
    Üyelik tarihi
    Nov 2016
    Mesajlar
    1.319

    Standart

    http://akademik.semazen.net/author_a..._id=1548955107


    “Hasislikden elin çek, sen cömerd ol kân-ı ihsan ol!

    Konuşma câhil-i nâdân ile gel ehl-i irfân ol!

    Hakîr ol âlem-i zâhirde, sen mânâda sultan ol!

    Karıncanın dahi hâlin gözet, dehre Süleyman ol!”

    (Lutfî, 2011: 597).
    Konu Denge tarafından (23-11-2018 Saat 02:00 PM ) değiştirilmiştir.

  8. #108
    Çıraklık Dönemi
    Üyelik tarihi
    Nov 2016
    Mesajlar
    1.319

    Standart

    *İslam semasının iki yıldızından daha bahsedeceğim size.

    *İnternetten ufak bir araştırma yapıp derlediğim bilgileri kendi fikir süzgecimden geçirerek size sunacağım.

    *Hatam,eksiğim olursa affola.

    *Belirtelim ki ikisi de makbul,ikisi de kabulümüzdür.

    *Bir tanesi cömertliğiyle,diğeri zühdüyle kalbleri fethetmiştir.

    *Kalbimizde onların iman nurundan bir parça bile taşısak karımızadır.

    *Günümüz şartlarında yapabildiğimiz kadar onların bu hallerini yaşatabilmek gerekir.

    *Bir yanda Hz.Osman,bir yanda Ebu Zer el-Gifari .


    HZ.OSMAN

    Peygamberimizin üçüncü halifesi, hayâ ve edep numunesi Hz. Osman, hayatta iken cennetle müjdelenen bahtiyarlardan biriydi.

    Hz. Ebû Bekir, ilk defa eski samimi dostlarını ziyaret ederek hak dini onlara anlatmaya başlamıştı.

    Bu dostlarından biri de Hz. Osman’dı.

    Hz. Osman yaradılıştan halim selim, iyi ahlaklı ve dürüst bir şahsiyetti.

    İslam’ı kabule müsait bir mizaca sahipti.

    Hz. Ebû Bekir’i dikkatle dinledi ve anlattıklarına büyük bir alaka duydu.

    Sonra da birlikte Resûlullah’ın huzuruna gittiler.


    Peygamberimiz (a.s.m.), Hz. Osman’a:

    “Allah’ın ihsanı olan cennete rağbet et. Ben sana ve bütün insanlara hidayet rehberi olarak gönderildim. Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.” dedi.

    Kur’ân-ı Kerim okudu.


    Hz. Osman İlahî kelamın cazibesine kapıldı.

    Hemen Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu. Hz. Osman, daha sonraları bu hissiyatını şöyle dile getirir:


    “Resûlullah’ın lisanından duyduğum o ilk sözler, o kadar saf ve sade, o kadar tesirli idi ki, âdeta Kelime-i Şehadet ihtiyarsız olarak dudaklarımdan dökülüverdi.”


    Hz. Osman, İslam’la şereflendiği sırada 34 yaşında idi.

    Genç, nüfuzlu bir tüccardı.

    Hâli vakti yerinde bir kimseydi.

    Müslüman olduğunu öğrenen amcası Hakem bin Ebi’l-As öfkesinden çıldıracak gibi olmuştu.

    Osman’ı bir direğe bağladı ve:

    “Bu dini terk etmedikçe sana hiç yiyecek vermeyeceğim!” dedi.

    Fakat ölüm pahasına da olsa, onun dininden dönmeyeceğini anlayan diğer akrabası araya girerek serbest bıraktırdılar.


    Hz. Osman katıldığı pek çok gaza gibi Hayber Gazası’na, Mekke’nin Fethi’ne ve Hevazin Harbi’ne iştirak etti.

    Huneyn Gazası’nda, etten bir kale gibi Resûlullah’ı ko-ruyan ve müdafaa edenler arasında Hz. Osman da (r.a.) vardı.


    Hz. Osman, Tebük Gazvesi’nde 1000 dinar para, 50 at ve 100 adet deve yardımında bulundu.

    Peygamberimiz onun bu cömertliği karşısında:

    “Bundan sonra yapacağı hataların hiçbirisi Osman’a zarar vermez.” buyurarak onu müjdeledi.


    Hz. Osman, zenginliğin şükrünü eda etmek için muhtaçlara bol bol ikramda bulunur, fakat kendisi gayet mütevazi yaşardı.


    Medine’de kıtlık olduğu bir sırada Hz. Osman, Şam’dan 100 deve yükü buğday getirtmişti.

    Sahabe-i Kirâm, satın almak için yanına koştular.

    Ancak o:


    “Sizden daha iyi alıcım var. Sizden daha fazla kâr veren var.” dedi.

    Sahabiler bunu Hz. Ebû Bekir’e bildirip üzüldüklerini ifade ettiler.

    Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman’ı herkesten iyi tanıdığı için onlara şöyle dedi:


    “O, Resûlullah’ın damadı olmakla şeref kazanmıştır.

    Cennette de onun arkadaşıdır.

    Siz onun sözünü yanlış anlamışsınızdır.

    Buyurun, beraber gidelim ve durumu kendisinden öğrenelim.”


    Hz. Osman’ın yanına vardıklarında Hz. Ebû Bekir:


    “Ey Osman, sahabiler sözlerine üzülmüşler. Ne dersin? Meselenin aslı nedir?”


    Hz. Osman şöyle cevap verdi:


    “Ey Resûlullah’ın halifesi! Onlardan daha iyi alıcı olan biri, 1’e 700 veriyor. Biz de buğdayı 1’e 700 verene sattık.”


    Hz. Osman bu sözleriyle, kervandaki malını Allah yolunda sadaka olarak verdiğini ifade ediyordu.


    Nitekim az sonra 100 deve yükü buğdayı Medine’de bulunan fakir sahabilere karşılıksız olarak dağıtıverdi.

    Hz. Ebû Bekir buna çok sevindi ve Hz. Osman’ı alnından öptü.


    Hz. Osman, bir defasında Resûlullah’ın evinde yiyecek kalmadığını haber almıştı.

    Derhâl semiz bir koyun, bir miktar un ve yağ alarak Hz. Âişe’nin kal¬dığı eve götürdü ve şöyle dedi:


    “Ey müminlerin annesi! Resûlullah’ın bunu diğer hanımları arasında paylaştıracağını sanıyorum.

    Asla yapmasın.

    Çünkü ben onlara da bunların aynısını göndereceğim.”


    Peygamberimiz (a.s.m.) eve gelip durumu öğrenince:


    “Yâ Rabbi! Osman’ın geçmiş, gelecek, açık ve gizli bütün günahlarını bağışla!” diye dua etti.


    Hz. Ali, Hz. Fatıma’yla evleneceği zaman, düğün masrafı yapmak için zırhını satılığa çıkartmıştı.

    Pazarda Hz. Osman’la karşılaştı.

    Hemen müjdeyi verdi.

    Sonra da mehir parası için zırhını satmak istediğini söyledi.

    Osman (r.a.) 480 dirheme zırhı satın aldı, parasını ödedi.

    Sonra Hz. Ali’ye döndü ve şöyle dedi:


    “Yâ Ali, Allah yolunda hizmet etmen için bu zırhı sana düğün hediyesi olarak veriyorum. Bu zırh ancak senin gibi bir İslam kahramanına layıktır.”


    Hz. Osman’ın en büyük hususiyetlerinden birisi de cömertliğiydi.

    Hz. Osman, servetini Allah yolunda harcamaktan çekinmezdi.

    Bir defasında Müslümanlar içecek su bulmakta sıkıntı çekiyorlardı.

    Rûme Kuyusu’nun suyundan başka tatlı su bulamıyorlardı.

    Bu kuyu ise bir Yahudi’ye aitti.

    Suyu Müslümanlara çok pahalıya satıyordu.

    Bu durum Peygamberimizi (a.s.m.) çok üzüyordu.

    Sahabilerle beraber olduğu bir sırada:

    “Rûme Kuyusu’nu kim satın alırsa, cennette de onun benzer bir kuyusu olacaktır.” buyurdu.


    Hz. Osman da oradaydı.

    Hemen harekete geçti.

    Yahudi’yi buldu.

    Kuyuyu satın almak istediğini söyledi.

    Yahudi kuyunun tamamını satmaya yanaşmadı.

    Çok yüksek bir fiyata yarısını sattı.

    Hz. Osman sevinçle Peygamberimizin huzuruna çıktı.

    Kuyunun yarısını satın aldığını ve Müslümanlara vakfettiğini söyledi.

    Resûlullah (a.s.m.):

    “Osman’ın hayrı ne güzel hayırdır!” buyurarak onu taltif etti.

    Hz. Osman bilahare kuyunun diğer yarısı¬nı da satın alarak tasadduk etti.


    Hz. Ebû Bekir’in, halifeliği sırasında istişare ettiği ve görüşüne başvurduğu sahabilerin başında Hz. Osman gelirdi.


    Hz. Ebû Bekir ölüm döşeğinde iken, kendisinden sonra halife olacak zatın vasıflarını Hz. Osman’a anlatıyordu.

    Hz. Osman da bunları kaydediyordu.

    Hz. Ebû Bekir, tarif ettiği zatın ismini anmadan bayılmıştı.

    Hz. Osman “vefat ettiği” zannıyla Hz. Ömer’in ismini yazdı.


    Biraz sonra Hz. Ebû Bekir ayıldı, kimi yazdığını sordu.

    Hz. Osman, “Ruhunu teslim ettiğini sanmıştım. Tefrika çıkmasından korktuğum için Ömer bin Hattab’ı yazdım, ey müminlerin emîri!” dedi.


    Hz. Ebû Bekir, onun bu hassasiyetine çok sevindi ve memnuniyetini şöyle dile getirdi:


    “İslam’a ve Müslümanlara yaptığın bu iyiliğinden dolayı Allah seni hayırla mükâfatlandırsın!

    Şayet kendini de yazmış olsaydın, yine isabetli hareket etmiş olurdun.”


    Hz. Osman, Hz. Ömer devrinde de bütün gücüyle ona destek olmuş ve önemli hizmetlerin tedvirinde görev almıştı.

    Vefatını müteakip Hz. Ömer’in tayin ettiği şûra meclisi, Hz. Osman’ı halife seçti.



    *****

    CÖMERTLİK VE BAĞIŞ

    Peygamber (a.s.) buyurmuştur ki: “Öğüt vermek üzere iki melek hoş bir sûrette şöyle nidâ ederler:

    “Yarabbi, muhtaçlara ihtiyaçları olan şeyi verenleri doyur; verdikleri her dirheme karşılık yüz bin mükâfat ver!

    Yarabbi, malını esirgeyenlere de ziyan içinde ziyandan başka bir şey verme!”

    Allah uğruna ekmek verirsen sana ekmek verirler; Allah uğruna can verirsen sana da can bağışlarlar.

    Dağıtmaktan dolayı elinde mal kalmazsa Hakk’ın inayeti, seni hiç ayaklar altında çiğnetir mi?

    Her ekin ekenin ambarı boşalır, ama tarlasında daha iyisi olur.

    Fakat tohumu ambara kor, biriktirirse zaman geçtikçe bitler, fareler o tohumu yiyip bitirir.

    Eğer inciler saçarsan incilerin yüz kat fazlalaşır...

    Malını dağıtıp bağışlayan kişinin gönlüne o mal yerine yüzlerce dirilik gelir.

    Allah tarlasına temiz tohumlar ekilsin de sonunda mahsul vermesin! Bunun imkânı yok.

    (Yeri geldiğinde) düşmana bile bağış yapman iyidir. Çünkü ihsanla düşman bile dost olur.

    Dost olmasa bile (hiç değilse) kini azalır. Zira ihsanda bulunmak, kine merhem olur.

    Belâyı def etmenin çaresi, sitem etmek değildir. Bunun çaresi bağıştır, aftır, cömertliktir.

    Peygamber “Sadaka belâyı def eder.” buyurdu. Ey yiğit kişi! Hastalığını sadakayla tedavi et!

    (I/2223-2225, 2236, 2238-2240, IV/561, 1758, 1759, II/2147, 2148, VI/2590, 2591)

    Hz.Mevlana
    Konu Denge tarafından (23-11-2018 Saat 01:05 PM ) değiştirilmiştir.

  9. #109
    Çıraklık Dönemi
    Üyelik tarihi
    Nov 2016
    Mesajlar
    1.319

    Standart

    EBU ZER EL-GİFARİ


    Erken İslam dönemi denildiğinde de akla ilk gelen isimlerden biri Ebu Zer el-Gifari’dir.

    Tarihi kaynaklara göre ilk Müslümanlardan biri olan ve Peygambere yakınlığı ile bilinen Ebu Zer, ekonomi-politik dili ve duruşu ile yoksuların ve ezilenlerin sesi olarak hareket etmiştir.


    Diğer taraftan Müslümanların tevazu içerisinde servet ve zenginlikten uzak bir biçimde yaşamasını salık veren Ebu Zer bu doğrultuda, döneminin iktidarları ile kavgaya girmekten de çekinmemiştir.


    Zira o günün şartları içerisinde de, halife ve valilerin bazı icraatları tepkilere yol açmış ve başta Ebu Zer olmak üzere özellikle Halife Ali çevresindeki kimi isimler bu icraatları açıkça eleştirmişlerdir.


    İşte O Ebu Zer, ihtiyaçtan geriye kalan mal ve mülkün dağıtılmasını ve kimseye ayrıcalık tanınmamasını öğütlüyor dahası İslam Peygamberinin de böyle yaşadığını, bu tür bir yaşamı miras bıraktığını ileri sürüyordu.

    Aksi durumun İslam inancı ile bağdaşmayacağını ileri süren Ebu Zer, yaşantısıyla da sözlerini doğruluyordu.


    Ebu Zer, korunaksızların, zayıfların, yoksulların temsilcisi gibi konuşuyor; hakça dağıtımı ve adaleti talep ediyor, benzer biçimde kamu malının gelişigüzel kullanılmasına itiraz ediyordu.


    Gerek Suriye gerek Mısır gerekse İran fetihlerinde elde edilen muazzam ganimetler sonucunda toplumda görülen refah ve devlet adamlarının harcamalarındaki artış, Ebû Zer ile zamanın idarecileri arasında tartışmalara sebep oldu.


    İhtiyaç fazlası mallarını Allah yolunda sarf etmeyip biriktirmelerini (kenz) şiddetli bir şekilde eleştirmeye başladı.

    Bilhassa Emevî idarecileri ile bazı zengin Müslümanların; bir azap ile korkutan ayetlere dayanarak (Tevbe, 34-35), ihtiyaç fazlası mallarının elde tutulmayarak derhal Allah yolunda harcanması gerektiğini savunan Ebû Zer (ra), bu konuda halife Hz. Osman (ra)’ı göreve çağırarak elinde ihtiyacından fazla mal bulunan Müslümanların sahip olduklarının devlet zoruyla müsadere edilmesini ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılmasını istedi.


    Buna karşılık Hz. Osman (ra) da kendisinin devlet başkanı olarak ancak zekât konusunda insanları zorlayabileceğini, onları tasaddukta bulunmaya teşvik edebileceğini ancak farz olan, zekâtı verilmiş malın tasarrufunun sadece sahibine ait olduğunu, halifenin bu konuda bir yetki ve sorumluluğunun bulunmadığını söyledi.


    Buna rağmen Ebû Zer (ra) insanları dünya malından uzak durmaya, zühd ve takvaya yöneltmeye dair görüşlerini açıklamaya devam etti.


    Üstelik fikirlerini daha da sertleştirerek Müslümanların malını kendi malları gibi harcadıkları iddiasıyla devlet idarecilerini itham edici boyuta taşıdı.


    Bu sebeple, düşüncelerinden rahatsız olanların sözlü ve fillî müdahaleleriyle karşı karşıya kaldı.


    Hz. Osman (ra) da bunun üzerine, eleştirdiği insanlar tarafından kendisine daha büyük bir zarar gelebilir endişesiyle belli bir süre ikamet etmek üzere onu Medine’den Şam valisi Muaviye’nin yanına gönderdi.


    Ebû Zer (ra) burada da aynı görüşleri toplum içinde seslendirmeye devam etti.


    Onun dünya malına düşkünlük konusundaki eleştirilerinden bölge valisi Muaviye de nasibini aldı.


    Muaviye’nin yaptırdığı saray karşısında O’na: “Ey Muaviye! Eğer sen bu sarayı halkın parasıyla yapıyorsan, ihanettir, kul hakkıdır ve eğer kendi paranla yapıyorsan israftır!” mealinde sözler sarf etti ve her platformda Muaviye’nin mülk ve varsıllar lehine izlediği politikaları eleştirdi.


    Kaynaklarda Muaviye’nin onun görüşlerinin samimiyetini test etmek üzere kendisine bir kese altın gönderdiği, ertesi günü de aynı şahsı yollayarak altının yanlışlıkla gönderildiğini ve geri alınması gerektiğini bildirdi.


    Ancak Ebû Zer (ra), gelen altını geri vermeyeceğini, zira alır almaz altınları ihtiyaç sahibi insanlara dağıttığını söyledi.

    Bu hadise üzerine muhatabının görüşlerindeki samimiyetine inanan ancak bu düşüncelerin seslendirilmesinin idare ettiği şehirlerde problem çıkaracağından endişelenen Muaviye, halifeden onu yeniden başkente almasını istedi.


    Nihai olarak Şam’dan Medine’ye geldikten sonrada görüşlerinden ve ilkelerinden taviz vermedi Ebu Zer.

    Eşitsizliğe karşın bölüşmeyi, dayanışmayı ve hakça yaşanacak bir hayatı savundu.

    Siyasal iktidara karşı eylemli bir hareket içerisine girmese de, bir fikir adamı ve inanan bir Müslüman olarak düşüncelerini ifade etmeyi sürdürdü.

    *****

    34. Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yiyorlar ve Allah'ın yolundan alıkoyuyorlar. Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele.

    35. O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve, "İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi tadın bakalım, biriktirip sakladıklarınızı!" denilecek.

    TEVBE SÜRESİ

    *****

    ZÜHD VE TAKVÂ

    Bu dünya tuzaktır, tanesi de istek. Tuzaklardan kaç, onlardan yüz çevir.

    Böyle hareket ettin mi yüzlerce ferahlık bulursun. Fakat istekten geçemedin mi fesatlıklara uğrarsın.

    Madem ki sonunda mezara yöneleceğiz; tek olan Allah’a alışmamız daha iyi.

    Yüzümüzü toprağa tutalım, ondan bittik, geliştik; neden gönlümüzü vefasızlara verelim?

    Allah diler ki, sen zahit olasın; garezi bırakasın da tanık kesilesin.

    Zâhit, işin sonunu düşünür. Sonunda hesap günü halim ne olacak diye dertlenir.

    Bu garezler, göze perdedir. Göze perde indi mi;

    İnsanoğlu yukarı aşağı, onca şeyi göremez; “Sevdiğin şeyler, seni kör ve sağır eder.”

    Fakat bir adamın gönlüne güneşin nuru vurdu mu, onca yıldızın bir değeri kalmaz artık.

    O sırları perdesiz olarak görür; mü’minle kâfirlerin ruhlarının ne makamlarda bulunduğunu seyreder.

    Tuzağı yırt, taneyi yak; bu evin kapılarını aç.

    Kim, zahitliği yüzünden dünyayı terk ederse, dünya onun önüne çok, daha çok gelir.

    Bu dünya zindandır, biz de zindandaki mahpuslarız. Zindanı del, kendini kurtar.

    Dünya nedir? Allah’tan gafil olmaktır. Kumaş, para, ölçüp tartarak ticaret etmek ve kadın, dünya değildir.

    Mal ve para, baştaki külâh gibidir. Külâha sığınan ise, keldir.

    Kıvırcık ve güzel saçları olan* kişiye gelince: Külâhı giderse ona daha hoş gelir.

    Kendinde göğe doğru çıkmağa bir meyil gördün mü hüma kuşu gibi devlet kanadını hemen aç!

    Fakat kendinde yeryüzüne bir meyil gördün mü feryad et, ağlayıp inlemeyi hiç bırakma!

    Akıllılar önceden feryad ederler, bilgisizlerse işin sonunda başlarına vururlar.

    (Dünya) sana da vefa etmez, seni de terk edip gider; ona gönül verme. O senden vazgeçmeden, sen ondan vazgeçmeye çalış!

    Dünya malı, zayıf kuşların tuzağıdır; Ahiret mülkü ise, yüce kuşların tuzağı!

    Hakikatte sen, bu âlemin esirisin; canın, bu cihan hapsine düşmüştür. Öyle olduğu halde niceye bir kendine cihan sahibi deyip duracaksın?

    Tut ki bütün doğuyu, batıyı zaptettin, her tarafın saltanatına sahip oldun. Madem ki bu saltanat kalmayacak, sen onu bir şimşek farzet; çaktı ve söndü.

    Ey gönüllü uyuyan, ebedî kalmayacak mülkü bir rüya gibi bil!...

    Bir kişi, Hak’tan korkup takvâ yolunu tuttu mu; cin olsun insan olsun, onu kim görse korkar.

    Allah korkusu, hevânın ellerini bağlarsa, Hak aklın ellerini çözer.

    Hizmetkârın âkil olursa, sana galip olan duygular da mahkûmun olur.

    Kör gibi O’nun ihsan eteğine yapış! Padişahım, körün yapışması diye buna derler işte!

    O’nun eteği, emirdir, fermandır. O’ndan korkmayı, ondan çekinmeyi kendisine can ittihaz eden adam, ne bahtiyar* bir adamdır!

    (VI/0378, 379, 444, 447, 2872, V/4065, VI/2873, 2874-2876, 4658, I/0479, 982, 983, 2343, 2344, III/1620, 1621, 1622, 3699, IV/647, 652, V/3926, 3927, I/1425, III/1831, 1832, 3049, 3050)

    *
    HZ.MEVLANA
    Konu Denge tarafından (02-02-2019 Saat 07:52 AM ) değiştirilmiştir.

  10. #110
    Çıraklık Dönemi
    Üyelik tarihi
    Nov 2016
    Mesajlar
    1.319

    Standart

    http://www.cemalnur.org/contents/det...nina-bakis/624


    Kadını aile içinde sabırlı, temkinli, vakarlı, şefkatli ve özellikle de gayretli kılan daha birçok özellikleri ile de silahlandırmış olan kuvvet, ona annesinden ondan da çocuklarına geçecek olan terbiye sistemidir, EDEPTİR.

    İşte maddesinde ve manasında hayat felsefesini böylece kurup bünyeleştiren bu edep ile kadın, toplumun irfan ve uygarlık abidesinin ta kendisi olmuştur. Böylece kadındaki bu üstünlük yolunu çizer, doğruyu eğriden, huzuru tehlikeden, zararı faydadan ayırt ettirir. Ana-kadın çekirdeği etrafında örgütleşen aile kurumu toplumun en sağlam iç yapısını oluşturur.

    Kadın ya da erkek edep ehli değilse, her yaradılmışta Allah’ın tecellisini idrakten acizse ne mutlu olur, ne de mutlu eder. Kadının şansı ana olmaktır ki, annelik tıpkı öğretmenlik gibi yavrusunu eğitirken asıl kendisini eğitme şansına sahip olur.

    Tekamül etmiş bir nefsi olan kişi, ister erkek ister kadın olsun cinsiyetin özelliklerinden arınıp er olma derecesine ulaşır. Analar bu konuda daha şanslıdır. Muhyiddin-i Arabi, erlik kelimesini tarif ederken “İnsanın yaradılışı ve hevalarının karanlığından kurtulup, aklın ve manevi terbiyenin ışığı ile temizlenmesi ve tamamlanmasıdır” diyor.

    Analık cennetleri oluşturma kabiliyetidir ki, dünya, analık vasfıyla cenneti bulmak için tek fırsattır. Peygamber “Cennet anaların ayakları altındadır” derken anneliğin değerini bu yüce hadisiyle vurgulamıştır. Rumi Mesnevi’de (6. cilt, 3257) “Anaya karşı minnet tabiidir çünkü o Allah’ın şefkatiyle ilhamlanmıştır” der. Analık, Allah’ın Peygamberdeki tecellisi olan rahim sıfatıyla da anlatılır. Bu bakış açısından Bursevi Hazretleri Peygamber’in ümmi oluşunu açıklarken üm (ana)’den geldiğini ve bütün yaratılmışların anasının o Sultan olduğunu söyler. Divan-ı Kebir’de (2237) “Peygamberlerin gazabı anaların kızgınlığı gibidir. Öyle bir kızgınlıktır ki o sevimli çocuk için hilim ile doludur” der. Mevlana’ya göre mürşitte tecelli eden de analıktır. Mürşitler farklı değildir. Her öğretmenin sütü aynıdır ama çocuk sütü, kendi annesinden emmeyi sever ve ister. Süt, o mürşidin ilminden akseden Allah’ın manasıdır (Kevser şarabıdır). Emzirme, manevi yakınlığı anlatır. Mesnevi, Musa’nın annesini mürşit olarak tarif ederken annelik vasfını, evladını irşad eden insan-ı kamil olarak tasvir eder. Gene Mesnevi, “Aşkın ızdırabına hamile olmayan, dişi nefistir, er olan nefis değildir” der.

    Annelik kadına böylesine yüce değerler katarken kadın kendi manasına ulaşabilmeyi becerir ve nefsini kinlerin, hırsların, aşırı düşkünlüklerin esaretinden kurtarır, zarafet, vericilik, merhamet, bağdaştırıcılık, önce ben değil sen diyebilmek hasletlerini açığa çıkarabilirse şaheser bir eser ortaya çıkar. Kadın, Altın bir tenceredir. Yeter ki içinde pislikli bez kaynatmasın.

    *****

    Yazıdan...

Sayfa 11/46 İlkİlk ... 78910111213141521 ... SonSon

Benzer Konular

  1. bükçe (kadın dili)
    By malahit in forum Kişisel Gelişim & Kariyer Planlama
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 17-08-2010, 02:24 AM
  2. Beden dili
    By Nefertiti in forum Kişisel Gelişim & Kariyer Planlama
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 13-04-2009, 03:12 PM
  3. Kadınların dili
    By Nefertiti in forum Gülmece / Eğlenmece Bölümü
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 21-05-2008, 10:54 PM
  4. Kedi Dili.....
    By BeYaZ_KeLeBeK in forum Gülmece / Eğlenmece Bölümü
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 04-05-2008, 03:26 PM
  5. Beden Dili
    By BeYaZ_KeLeBeK in forum Paylaşım Köşesi
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 27-03-2008, 10:46 PM

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •