Kızsakta,bağırsakta bir şey değişmeyecek.
İyisimi Gül dermeye devam edelim.
Hayatın bir yere varacağı yok.
Sonu ölüm değil mi?
*****
Yûsuf Hâs Hâcib’in ahlâk kitabı
Kutadgu Bilig’te:
“Sözüne dikkat et başın gitmesin, dilini tut dişin
kırılmasın.
Söz bilerek söylenirse bilgi sayılır; bilgisizin sözü kendi başını
yer.
Çok sözden fayda görmedim, ama söylemek de faydasız değildir.
Dilini iyi gözet başın gözetilmiş olur; sözünü kısa kes ömrün uzun olur.
İnsan iki şey ile kendisini ihtiyarlamaktan kurtarır.
Biri iyi iş, diğeri iyi
söz.
Kendine ölümsüz bir hayat dilersen, ey hakîm, işin ve sözün iyi olsun.
Söz deve burnu gibi yularlıdır.
O dişi deve boynu gibi nereye çekilirse
oraya gider.
Sözü bilerek söyleyen çok kimse var.
Benim için sözü
anlayan adam azizdir.
Akıl süsü dil, dil süsü söz; insanın süsü yüz, yüzün süsü gözdür.
Söz kara yere mavi gökten indi; insan kendisine sözü ile
değer verdirdi.” gibi ifadeler görürüz.
(Kutadgu Bilig, 1998: II/23,167;
23,170; 23,171;24,176; 24,181; 24, 183; 26,206; 26,207; 26,210; 31,
274)
Kaşgarlı Mahmûd’un Türk Dili yadigârı Dîvânu Lügati’t
Türk’ünde söz ve konuşma âdâbı ile alâkalı atasözü
ve deyimler de kültürümüzde konuya verilen önemi
pekiştirmektedir.
“ Kuru kaşık ağıza
yaraşmaz, kuru söz kulağa yaraşmaz.
Dil ile sofraya erişilir.
Dil ile
bağlanan dişle çözülmez.
Sözün tadına dalan kimse esir olur (Lafa dalan
tutsak olur).
Çok sözü anlamak olmaz, yalçın kaya yıkılmak olmaz.
İnsan
çok sözü anlayamaz, nasıl ki dağdan yalçın kayayı yıkamaz.”
(Dîvânu
Lügati’t-Türk, 1998: I/383; 429; II/20; 150-51; III/20)
On ikinci yüzyılda yazılmış bir ahlâk kitabı olan Edib Ahmed’in Atebetü’l Hakâyık’ında da söz benzeri hususlarla ele alınarak konuşma ve söz âdâbı ile ilgili nasihatlere yer verilmiştir.
Edîb Ahmed; “Edeplerin başı dili gözetmektir.
Düşünerek konuşan adamın sözü, sözün iyisidir.
Ağzın ve dilin ziyneti doğru sözdür.
Doğru söz, bal ve yalan söz soğan
gibidir, soğan yiyip ağzı acılandırma; bal ye.
Yalan söz hastalık ve doğru
söz şifâ gibidir.
Sözü düşünerek söyle, acele etme; sözünü sakla ki, sonra başını saklamayasın.” derken, Kaşgarlı Mahmûd veya Yûsuf Has Hacib’den farklı şeyler söylemiyordu.
(Atebetü’l- Hakâyık, 1992: 87/130;
87/133;88/155;88/161-63; 95/357-58).
Kezâ Mevlânâ ve Yûnus ve hattâ Rûşenî de hemen hemen aynı şeyleri söylüyordu.
Amaçları aynıydı:
İnsanları eğitmek, bilgilendirmek, yanlışlardan
sakındırmak, doğruyu öğretmek ve iki dünyada da mutluluğa ulaşmaları için kılavuzluk etmekti.
Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde de söz ve konuşma ile ilgili, atasözü
mahiyetinde veciz ifadeleri sıkça görmek mümkündür.
“Söze kulak
verme yolundan gir.
Ağızdan bir kere çıkan söz, bil ki yaydan fırlayan ok
gibidir.
Oğul ok gittiği yerden geri dönmez, seli baştan bağlamak gerek.
Söz söylemek için önce dinlemek gerekir. Söz dinleyene göre söylenir,
terzi kaftanı adamın boyuna göre keser.”
(Mesnevî, 1995: I/1627; 1658-
59; VI/1241) gibi ifadelerle Mevlânâ, konuşmak için
önce dinlemeyi billme ve sonra da düşünerek
konuşma gerekliliğine teşbihlerle işaret eder.
Yûnus Emre de söz redifli manzumesinde sözün
önemini şöyle ifade eder:
Keleci bilen kişinün yüzini ag ide bir söz
Sözi bişürüp diyenün işini sag ide bir söz
Söz ola kese savaşı söz ola kestüre başı
Söz ola agulı aşı bal ile yag ide bir söz
Yer imleri