Kör kuyu
Günlerden bir gün, köylerden birinde, adamın birinin
esegi,
kuyunun birine düsmüş. Niye düser, nasıl düşer
sormayin.
Esek bu. Düşmüş işte. Belki kör bir kuyuydu, agzı
tahtayla
kapatılmıştı belki, üzerine de toprak dökülmüştü.
Zamanla tahta cürüdü, zayıfladı, toprakta biten
otları
yemek isteyen eseğin ağırlığını cekemedi ve güm.
Hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, Bağırdı
kendi dilinde.
Sesini duyan sahibi gelip baktı ki vaziyet kötü.
Zavallı eseği kuyunun dibinde melul mahzun
bakınıyor.
Üstelik yaralanmış. Karsılaştığı bu durumda kendini
eseği kadar
zavallı hisseden adamcağız köylüleri yardıma
cağırdı.
Ne yapsak, ne etsek, nasıl cıkarsak soruları havada
kaldı.
Sonunda karar verildi ki kurtarmak icin calışmaya
değmez.
Tek care, kuyuyu toprakla örtmek. Ellerine aldıkları
küreklerle
etraftan kuyunun icine toprak attılar. Zavallı
hayvan,
üzerine gelen toprakları, her seferinde silkinerek
dibe döktü.
Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her anbiraz daha yükseldi
ve sonunda yukarıya kadar cıkmış oldu. Köylüler ağzı
açık bakakaldı.
Hayat, bazen bizim de üzerimize abanır. Ne bazeni,
coğu zaman.
Toz toprakla örtmeye calışanlar çok olur. Bunlarla
bas etmenin tek yolu,
yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve
kurtulmak,
aydınlığa adım atmaktır. Kör kuyuda olsak bile...
alıntı
Yer imleri