Hayat, gittikçe daha teknolojik, daha hızlı ve daha karmaşık bir hal aldı. Aslında başarıya odaklanmış bir şekilde yaşadığımız bu çağ birçoğumuzun gözünde olağanüstü nimetleri içinde barındıran bir çağdır. Alışveriş ve eğlence yerlerine koşuyor, kendimize kalıcı doyum getirmeyen şeyler için paramızı çılgınlar gibi harcıyoruz. Beraber olduğumuz, birbirimize ayırmamız gereken zamanın çoğunu plazma televizyonlarımızda magazin programları seyrederek geçiriyor, cep telefonlarımızla geyik muhabbeti yapıyor, bilgisayar başında hiç tanımadığımız kişilerle saatlerce Chat’laşıyoruz. En iyi evlere, en konforlu mobilyalara, en lezzetli yiyeceklere, en güçlü otomobillere sahip olanlar da var aramızda. Yaşam alanımızda kullandığımız, daha iyi yaşamamıza yardımcı olacağı düşüncesiyle üretilen, kendimize ayıracak zaman yaratması gereken birçok teknolojik ürün artık dijital. Görsel, büyüleyici bir zenginlik içinde "dijital bir çağ" yaşıyoruz sanki. Peki, duygusal ve ruhsal açıdan hangi çağdayız, hiç düşündü k mü? Aya çıkan insanla bile iletişim kurabilen, insanlarla bilgisayar başında saatlerce yazışılacak sistemleri geliştiren, bir cep telefonu vasıtasıyla akla hayale gelmedik mucizeleri gerçekleştiren insanoğlu, sıra duygusal ve ruhsal açıdan iletişime gelince adeta ondan bir vebalı gibi kaçmakta, kalabalık içinde yapayalnız yaşamakta. Anne oğluyla, baba kızıyla, kadın kocasıyla, öğretmen öğrencisiyle konuşmamakta ısrar ediyor. İletişim aletleri hangi oranda geliştiyse insanlar arası iletişim de o oranda tükenmeye yüz tuttu. Çoğumuz, bu yaşam oyununun ortasına rasgele atılmış bir zar gibi hissediyoruz kendimizi. Şaşkın, güvensiz, yapayalnız. Bir kez yaşama şansımız olduğu şu dünyada sayılı günlerimizin çoğunu maalesef mutsuz bir şekilde geçiriyoruz. Öyleyse nasıl oluyor da insanların çoğu en elverişli görülen şartlarda bile bir türlü mutlu olamıyor. Birçok insanı sonunda ruh hastası yapan huzursuzlukların kaynağı ne? Niçin, bunca insan tedirgin bir şekilde hayatını boşuna harcadığını düşünüyor? Evet, neden insanlar aradığı ve özlediği mutluluğu bir türlü bulamıyor? Mekanizmaya kum döken neler, kaçınılmaz bir kader mi bu yoksa? Bu soruların cevaplarını araştırdığımız zaman, mutlu olamamamızın en büyük nedeni olarak karşımıza bu konudaki "bilgi eksikliğimiz" çıkmaktadır. Mutlu olmanın bir sanat, bir bilge işi olduğunu kabul etmek zorundayız. Eğer bunu kabul edersek, kendi mutluluğumuz için çaba gösterdikçe, kendimizi eğittikçe yaşadığımız dünyayı ihtiyacımız olan her şeyi bize vermek için kurulmuş sevgi ve huzur dolu bir yer olarak görmeye başlamamız içten bile değildir... Fakat şunu unutmamak gerekir ki, bizi mutsuz ya da mutlu kılan şey yalnızca ~mt1ar ve dışsal olaylar değildir. Bu oluşumlarda bizim gösterdiğimiz tepki de hayli önemlidir. Eğer bu konuda kendimizi geliştirebilirsek felaketlere kolayca katlanabiliriz. -ALINTI-