ve sen dökülmeseydin puslu gözlerimin deminden
sevmeyecektim yarim,,, sevmeyecektim ben seni...
GÖÇEBE DENİZİN ÜSTÜNDE
I
Sen, ben ve balkonda saksımız:
Hamarat Elizabet. İşte ilk üçgeni yapının.
Ne eski, ne yeni. Sanki yazgımızın
En saydam dakikası titriyor
Göçebe denizin üstünde. Farkında değiliz.
Taşın sesi insan sesine benziyor.
Balkondaki saksı, bir bakıyorsun,
Bulutun yerini almış. Bulutlar
Atlara dönüşüyor köpük içinde…
Ve seninle ben koşuyoruz, önümüzde
Demin kör bir çocuğun baktığı
Yaşlı mürver ağacını sallayan kırmızı bir kuş.
Sonra bulut gene saksı oluyor, atlar
Solumaya başlıyorlar, dinleniyoruz, kulaklarımızda
Duvarların çözülmeyen sözleri gibi
Bir mırıltı. Bugünün, bu sabahın.
Ne anımsama, ne unutuş. Bir ucucalık,
Kıyıların al rengi kokuları ile
Kötürüm bir bülbülün şakıması gibi büyüyen
Bakışlarımızın ağır simgelerinde.
Ve ben sana göçüyorum an an
Göçüp dönüyorum titreşim gibi,
Arıyorum dudaklarının taşını,
Arıyorum yağmurda yazdığım adını.
Bir yok oluyorsun sen, kendi vadinin
Yarıklarında, bir fışkırıyorsun
Yok olan vadinin üstüne.
Kaç kez yitiyorum ben kendi kendime.
İşte hepsi bu. Ne eski, ne yeni.
Yazgımızın en saydam dakikası sanki.
III
İşte avuç avuç serpiyorum bütün
Sözcükleri kuşlara, gül diplerine,
Güneşin dudağına, sıçrayan sabahın
Eteğine, kırmızı kadifesine kayaların,
Ayın boynuzlarına ve saçlarının
Parmaklığından sarkan hanım ellerine …
Ben tek başıma yansıyorum bütün biçimlere
Ve şaşı diplerine suların.
V
Freud bir ağacın bilinç-altına oturmuş
Toprağın düşlerini karıştırıyor.
Bu düşleri aydınlatan gelincikler var.
Deniz, kuş, yağmur ve rüzgâr.
Düş, hareketin sütlü incir yatağından
Damlayan gecikmiş bir yıldız,
Gecikmiş ya da erken, dünkü günün
Suyunda birden sıçrayan balık;
Gündüzü ters yüz etmiş bir al çalkantı,
Uyuyan ve uyumayan daracık kuyunun yüzü.
Zamanlar sanki tohumlara saklanmış
Toprakta gıcırdayan salıncaklar.
Deniz, kuş, yağmur ve rüzgâr.
Ve çarmıha gerilmiş buldum kendimi
Geçmişle gelecek arasında, düş gibi.
Ne eski, ne yeni. Sanki düşüncemizin
En saydam dakikası titriyor
Yok olmuş sularında denizin.
[MELİH CEVDET ANDAY]
ve sen dökülmeseydin puslu gözlerimin deminden
sevmeyecektim yarim,,, sevmeyecektim ben seni...
Emri Olur
Geceye katran çal,
Acıya hüzzam,
Ah edersem tutmasın elim,
Tutulsun dilim.
Ey kemankeş,
Durma vur !
Nasılsa bu sine vurgun,
Nuru düşsün düşlerin kor olsun !
Seni görmesin kör olsun.
***
Taş bassın yerime dedi, gönlüne,
Gönlüne…
Emri olur başım gözüm üstüne,
Üstüne,
Üstüne aman, aman,
Üstüne aman, aman.
***
Bakmasın demiş bir daha yüzüme,
Yüzüme…
Emri olur inansın bu sözüme.
Sözüme,
Sözüme aman, aman,
Sözüme aman, aman.
***
Almasın demiş adımı diline,
Diline…
Vay ben ölem, atın toprak üstüme.
Üstüme,
Üstüme aman, aman
Üstüme aman, aman.
Mustafa Cihat
Sizinle paylaşmak istiyorum. İlişki zamanlarımızdı.. Şu an yok. Bitti. Kül oldu.. Küller Savruldu... Yok oldu.... !
https://soundcloud.com/elif-do-ulu/bir-iir
Şüphesiz;
Her gecenin
Bir sabahı var
.
rüyamı bu
yoksa gerçekliğin ötesinde birşey
korkutuyor beni ensemdeki karıncalar
tanrının sana bağışladığı kutsanmış siyahlık
ilişik yaşatmayada yetiyor
haykırsam karanlığa duyarlarmı senin bile unuttuğun sesi
hani var olduğunu kanıtlayan sözcükler
hani yoklukta boğulurken çekip çıkardığın ellerin
yoksun artık...
sabahlara küfretmeyi unuttuğum zamanlar geriyemi sardı hayatı
ortak zannettiğim içimdeki savaşın askerleri gibiydik
arıyorum kulağıma fısıldayışının hürmetini
bir yanım bu hayata bağlanmaya epey bir niyetli
bu sefer aklıma hukmeden kalbime küskünüm
bitiyor...
seferberliği ilan eden bir halde içim
bırakıp gidiyorum
yaşanmışla bezeli dolu hüzünlü anları
geleceğe hapsettiğim bir kalbide istemiyorum
sende biliyorsun...
yaktık bütün köprüleri...
Daha güzeli, daha anlamlısı yazılamaz sanırım. En sevdiklerimden...
Hz.Mevlana demiş ki...
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
öğrendim.
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
öğrendim.
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek
Gerektiğini öğrendim.
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça bölüşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen itmeyi...
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım.
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.
Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
"lezzet" kattığını öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını,
ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ...
Hz. Mevlana
Uçurumun kenarındayım Hızır
Bir dilber kalesinin burcunda
Vazgeçilmez belaya nazır
Topuklarım boşluğun avucunda
Derin yar adımı çağırır
Kaldım parmaklarımın ucunda
Uçurumun kenarındayım Hızır
Bir gamzelik rüzgar yetecek
Ha itti beni, ha itecek
Uçurumun kenarındayım Hızır
Divan hazır
Ferman hazır
Kurban hazır
Güzelliğin zulme çaldığı sınır
Başım döner, beynim bulanır
El etmez
Gel etmez
Gözleri bir ret, bir davet
Gülce uzak uzak dolanır
Mecaz değil
Maraz değil
Gülce semavi bir afet
Uçurumun kenarındayım Hızır
Gülce bir beyaz sihir
Canıma bedel bir haz
Nar ve nurdan bir zehir
Gülce Araf`ta infaz
Bir tek bakışıyla suyum ısınır
Güzelliğin zulme çaldığı sınır
Uçurumun kenarındayım Hızır
Ben fakir
En hakir
Bin taksir
Cahil cesaretimi alem tanır
Ateşten
Kalleşten
Mızrakla gürzden
Dabbetülarz’dan
Deccal`dan, yedi düvelden
Korku nedir bilmeyen ben
Tir tir titriyorum Gülce`den
Ödüm patlıyor Gülce`ye bakmaktan
Nutkum tutuluyor, ürperiyorum
Saniyeler gözlerimde birer can
Her saniyede bir can veriyorum
Şiir : Ömer Lütfü Mete
HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM
Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...
Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamlardan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...
Ahmed Arif
Olgun insan yapabileceğini söyleyen ve söylediğini yapan insandır. Konfüçyüs
Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki...
İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.
Cahit sıtkı tarancı .....
Seher yeli bizim ele gidersen
Nazlı yâre küstüğümü söyleme
Ne hallere düştüğümü sorarsa o yâr beni sorarsa
Bağrıma taş bastığımı söyleme
Bağrılar baş tutar ahuzardayım
Mansur gibi çekilmişim dardayım
gezer dolaşırım bilmem nerdeyim
Deli deli estiğimi yâre söyleme
Belki birgün çıkar gelir diyorlar
Gönül muradını alır diyorlar
Seven seveni bulur diyorlar
Umudumu kestiğimi söyleme yâre söyleme
Yer imleri