“Baş olmadan göz, beden olmadan baş tedavi edilemeyeceğine göre beden de ruh göz önüne alınmadan tedavi edilemez” demiştir Socrates M.Ö. 4000 yılında.

“Ruh” anlamına gelen “psiko” ve “beden” anlamına gelen “soma” kelimelerinden oluşan “psikosomatik” tıp insanlık tarihi ile aynı yaşta kabul edilmektedir. Bu terim ilk olarak 1881 yılında Johann Christian Heinroth tarafından insomnia (kronik uykusuzluk) için kullanılmıştır. Daha sonra alman psikiyatr Maximilian Jacobi ile psikosomatik bilimdeki yerini almıştır.

Psikosomatik tıp; fiziksel sağlığı etkileyen psikolojik faktörler ve tıbbın yeterince açıklayamadığı, bedensel belirtiler (ağrı, acı, allerji gibi) ile kendini gösteren ruhsal sorunlar için kullanılmaktadır.

Amerikan Psikiyatri Derneği “tıbbi durumu etkileyen psikolojik etmenler” için “genel tıbbi durumun sürecini ve sonucunu olumsuz yönde etkileyen, tedaviyi engelleyen dolayısıyla riski artıran bir veya birden fazla psikolojik ve davranışsal etmenler” tanımını kabul etmiştir. Bu görüşe göre bütün fiziksel hastalıkların oluşumunda ve gelişiminde psikolojik etmenler farklı derecelerde rol oynamaktadır. Majör Depresyon’un oluşturduğu duygusal çökkünlük halinin kanser tedavisine olumsuz etkisi, anksiyetenin (endişe hali) astımı kötüleştirmesi, öfkeli tutumun kalp hastalığı riskini artırması veya olumsuz başa çıkma yöntemi olarak kullanılan çok yemek yemenin obeziteye yol açması gibi durumlar psikolojik etmenlerin fiziksel hastalık sürecindeki yıkıcı etkilerine sadece birkaç örnek oluşturmaktadır.

Çoğu hekim kronik ve ağır stresin çeşitli hastalıkların ortaya çıkmasında önemli bir rol oynadığını düşünse de bazı araştırmacılar psikosomatik teriminin çok geniş veya kısıtlı anlamda kulanıldığını ifade etmektedir. “Stres”in çeşidi, altta yatan psikofizyolojik etmenler, genetik yatkınlık, organ hassasiyeti, duygusal çatışmanın çeşidi ve bu çatışmanın hastalık oluşumundaki etkileri tartışılmaya devam etmektedir.

Holmes ve Rahe (1978) ortalama insan hayatında genel sağlık durumunu olumsuz yönde etkileyebilecek 43 tane risk oluşturan hayat olayı belirlemişlertir. Eş ölümü, boşanma, hapishaneye girme, evlilik, doğum, işten atılma, taşınma, tatil bunlardan sadece birkaçıdır. Bununla birlikte, bazı kişilik özelliklerinin hastalıklar üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Friedman ve Rosenman’ın (1959) öfkeli ve rekabetçi olarak tanımladığı “A Tipi” kişilik yapılanmasının kalp hastalıklarını büyük ölçüde tetiklediğini bulmuştur.

Akne, alerjik reaksiyonlar, koroner kalp hastalıkları, solunum sistemi hastalıkları (astım gibi), ülser, kolit, obezite, felç, beyin tümörü, epilepsi, migren, romatoid artritis, multiple sclerosis, sistemik lupus, fibromiyalji, herpes, bağırsak enfeksiyonları, tüberküloz, kanser, cilt hastalıkları, şeker hastalığı, hipertansiyon, mide bulantısı, mantar, ağrılı menstürasyon gibi komplikasyonlar psikolojik durumun tetiklediği hastalıklar arasında sayılmaktadırlar.
Madalyonun bir diğer yüzü de “somatoform bozukluklar” dediğimiz fiziksel belirtilerle baş gösteren fakat hiçbir tıbbi tetkiğin tam olarak açıklayamadığı hastalıklardır. Ruh adeta bedeni teslim almıştır ve “acısını” beden üzerinden yaşamaktadır. Muzdarip kişi; ağrılar, acılar, kasılmalar, kısmi duyu yitimleri nedeniyle doktor doktor dolaşmaktadır. Fakat cevap bulamamaktadır.

Bazıları mide ağrısı, başağrısı, göğüs ağrısı gibi bedenlerinin çeşitli bölgelerinde çeşitli şikayetler nedeniyle doktor doktor dolaşır. Kimilerinin ise zaman zaman vücutları kaskatı kesilir, titreme ve baygınlık içinde yığılırlar. Bazıları ise “Ben kesin kanserim”, “Beynimde tümör var biliyorum”, “Bu ben de nereden çıktı? Sakın deri kanseri olmayayım. Bak rengi de kötü gibi” diyerek adeta bir hafiye gibi bedenlerinde hastalık ararlar. Bir diğer grup ise fiziksel görüntüsüyle adeta savaş halindedir. Burnu eğridir, göğüsleri küçüktür, bacakları çarpıktır, kulakları eğridir... Bu kişiler hayatı, hem kendilerine hem de bitmek bilmeyen serzenişleri ile çevrelerine zehir etmektedirler. Kişi rahat hareket edememektedir. Bütün bu “kusurların” acilen düzeltilmesi gereklidir. İşte plastik cerrahların en çok ve sıklıkla kapılarını çalanlar da bu kişilerdir. Bir diğer durumda ise kişi sürekli “ağrı ve acı” içindedir ve ne yaparsa yapsın bu şikayetlerinde bir azalma olmamaktadır. Kimileri ise hep yorgun, hep dalgın...

Socrates’in bundan binlerce yıl önce farketmiş olduğu beden ve ruhun karşılıklı etkileşimleri günümüzde ne yazık ki psikiyatri ve psikoloji alanında en dirençli hastalık grubunu oluşturmaktadır.

Düşüncenin bu kadar idealize edildiği ve düşünce gücünün hayatı şekillendirdiğine dair inancın bu denli kuvvetli oluğu bir dönemde “beden” nerede konumlanmaktadır?
Düşüncenin ve her türlü duygunun çıkış noktası olan beden değil midir, aslında düşüncelerimiz ile ilk şekillendirdiğimiz? Güzellikler, sağlık, ışık ve enerji kadar hastalıklar, ağrılar, acılar ile...
kaynak