Korkularıyla ilgilenen bir kişi, bu işin üstüne ciddiyetle eğilmeden önce, ilk olarak kendine şu soruyu yöneltmelidir: "Niçin ve nelerden korkuyorum ve bu duygu nasıl oluşuyor?"
Korkunun, hayatımızda çok önemli bir işlevi (fonksiyonu) vardır: Korku, bizi körü körüne bir felâkete sürüklenmekten kurtarır. Bir tehlike anında bize sinyal verir: "Dikkat, tehlike var! Kendini koru" gibilerinden uyarılar yapar. Bundan sonra nasıl davranacağımıza ise, kendimiz karar veririz: "Ne yapıp edip şu işin altından kalksam mı?" yoksa "aman boş ver mi desem?" konusundaki karar bize aittir. Eğer ortada somut bir sinyal yoksa ve de kendimizi yeterince güçlü hissediyorsak, gözümüzü yıldıran korkulara karşı koyabiliriz. Korkulardan kendimizi koruyabilmek için hem düşüncelerimizden, hem de hayal gücümüzden yararlanabiliriz.

Eğer bir tehlike sinyali karşısında kaçma eğilimi gösterirsek, bunun da bazı sebepleri vardır:

Hakkında az şey bildiğimiz bir tehlikeyi nedense hep abartırız.
Tehlike hakkında her şeyi bilsek bile, onu yenebilme yeteneğimizi küçümseriz.
Başkaları tarafından cesaretimizin kırılmasına göz yumarız.
Bir işin altından kalkmak yerine, işi tembelliğe vururuz ve: "Boş ver. Bu işe girişerek kendimi riske atmayayım" diye düşünürüz.

Kısacası, genelde, harekete geçmek yerine, pasif kalmayı tercih eder ve henüz işin başındayken, yelkenleri suya indiririz. Halbuki: "Dur yahu, niye korkuyorum ki? Önce şu durumu bir gözden geçireyim hele" diyebil-sek, ilk adımı atmış oluruz.
Bu Korku Çemberi'ni yaramazsak, bırakın bir sürü diğer sonucu, en azından akşamları şöyle keyiflice, hiçbir şeyi kafamıza takmadan yatağa girip, uyumak ve ertesi gün de dipdiri kalkmak imkânından bile yoksun kalırız.

Kimbilir son bir yıl içinde, sırf bu nedenle, kaç kişi, ne kadar ilâç yuttu? Kimbilir birçok insanda ne gibi bedensel ve ruhsal bozukluklar meydana geldi? Bu gibi insanların böyle durumlarda nasıl çaresiz kaldıklarını bilirim. Çünkü hem kendime, hem de bu gibi kişilerin sorunlarına bir çözüm bulabilmek için saatlerce kafa patlattığım çok olmuştur.
Günümüz tıbbı için "uyuyamamak", bir sorun değildir. Çünkü piyasada bedeni ve ruhu uyuşturarak rahatlık sağlayacak bir sürü ilâç vardır. Ama bunların insanlar üzerinde ne gibi yan etkileri olduğu konusu hiç konuşulmaz. Önemli olan, ilâç tüketiminin artmasıdır. Böylece uykusuzluğa neden olan korkularımız, sanayiye ve ekonomiye yarayan bir faktör halini alırlar. Bu durumda bizler artık, onların imalâtlarını ayarladıkları birer rakam haline gelmişiz demektir.

Oysa başkalarından medet ummak yerine, korkularımızı kendimiz yenmeye uğraşsak, onların çıkarlarının bir aracı olmaktan kurtulurduk.
Akşamları zamanında yatağa girmenize rağmen uyuyamıyorsanız, bir kısır döngünün içine girmişsiniz demektir. Bunu aşmak için üç aşamalı bir program uygulamak mümkün. Ama önce korkunun nasıl oluştuğunu inceleyelim

Birinci Aşama
Bütün gün: "Bakalım bu gece uyuyabilecek miyim?" diye düşündüğünüzde, aklınıza bir evvelki gece gelecek, yani yatakta nasıl bir yandan öbür yana dönüp durduğunuz, zihninizden geçen binbir türlü düşünce sizi rahatsız edecek ve "ben niye bir türlü uyuyamıyorum sanki? diye kendinizi yemeye başlayacaksınız.

İkinci Aşama
Yatağa yatmış durumdasınız ve durmadan: "Şimdi uyuman gerekiyor" diye kendi kendinize telkinde bulunuyorsunuz. Fakat bunun hiçbir faydası olmadığını görüp de, vücudunuza, istediğiniz şeyi yaptıramayacağınızı anlayınca, korkunuz, paniğe dönüşecek.
Üçüncü Aşama
Kendi çabalarınızla bir sonuca varamayın-ca, pes edeceksiniz. Kendinize olan güveniniz sarsılacak, aşağılık hissine kapılacak ve: "Bende iş yok arkadaş. Bu işi gene kıvıramadım" diye düşünmeye başlayacaksınız. Kendi kendinize yaptığınız bu itiraftan sonra, belki de büyük bir rahatlama duyarak bitkin bir şekilde uykuya dalacak, ya da başka çarenin kalmadığını görüp, uyku ilâcından medet umacaksınız.
Bizi paniğe sürükleyen üç aşamalı bu Korku Çemberi'ni kırmaya çalışırken, iki şekilde davranmak mümkündür:

1- Bir gece önceki başarısızlığı, bu nedenle de içine düştüğümüz çaresizliği ve aşağılık duygusunu hayal gücümüzün yardımıyla, biraz da abartılı bir şekilde hatırlar ve: "Bu gece de uyuyamazsam, yatar bu iş" deyip, işin içinden çıkar, yani mücadeleden vazgeçeriz.
Ama böyle yapmayıp, hayal gücümüzü kullanarak, olayı bir başka biçimde de, değerlendirebiliriz. Bu yeni kurgu içindeki filmde biz, gayet rahat ve gevşemiş olarak yatağa uzan-mışızdır ve aklımızdan hep güzel şeyler geçmektedir. Çaresizlikler geride kalmıştır ve kendimizi oldukça güçlü bir kişi olarak his-setmekteyizdir. İşte konuya böyle yaklaşınca da, nefes alışımız daha rahat ve düzenli bir hal alacaktır.

2- Yatağa yatar yatmaz: "Bakalım bu kez uyuyabilecek miyim? Bütün gün, "derin nefesler alırsam, uyuyabilirim" diye düşünmüştüm. Bunu şimdi uygularsam bir faydası olur mu acaba?" diye aklımızdan geçirebiliriz. Böyle bir durumda, hayal gücümüzün kasetine "Huzursuzluk ve Çaresizlik" filmini' çekmekteyiz demektir. Bu durumda, uyanıkken yakalanmadığımız korku, bu kez yakamıza yapışır ve önceki gecelerin korku filmi, anılarımızda canlanıverir ve korku yeniden bize galebe çalar, yani bizi yenik düşürür. Bunun sonucunda da, kuşkularımız çaresizliğe dönüşür.
Korkunun ağına yakalanıp, durmamızın asıl nedeni, düşüncelerimizi hep yanlış filmlerde oynatmaktır. Ama istersek, buna karşı "alternatif bir film"i devreye sokabiliriz. Bu türlü bir filmde, rüzgârın etkisiyle sallanan ekinleri, ağır ağır bize yaklaşmakta olan bulutları görebilir, sonra da derin solunum hareketleriyle rahatlar ve düşüncelerimizi korkunun egemenliğinden kurtarabiliriz.

Uyku uyuyamamanın ya da uyumanıza rağmen, sabah dinç olarak kalkamamanm asıl nedeni, günlük yaşantımızda oluşan korkular ve bunların gerginliğinden sıyrılamaya-rak, onları uykuya taşımaktır. Bunlara birkaç örnek verecek olursak:
Tartıştığımız mesai arkadaşlarımıza ya da amirlerimize karşı duyduğumuz korku.
İmtihanda nasıl başarısız olacağını ve sonra da bunu nasıl mazur göstereceğini düşünen öğrencinin ya da buna benzer bir durumdaki kişilerin korkusu.
Evlilikte (veya evlilik dışı) bir diğer insanla beraber yaşamaktan dolayı ortaya çıkan korkular. Şunu hiç aklınızdan çıkarmayın; birbirini sevmek, birbirinden korkmamak anlamına gelmez.

Hemen her gün ve her yerde karşımıza "kesin bir karar verme durumu" çıkmaktadır. Böyle bir durumla karşılaştığımızda bizler, genellikle hep aynı soruyu sorarız: "Korku düşüncesini kafamdan silmeye uğraşmaktan-sa, onu kendi haline mi bırakayım, yoksa onu istediğim ve bana faydası dokunacak bir biçimde yönlendirmeye mi gayret edeyim?" Çoğumuzun ikinci durumdan yana bir tavır koyduğumuzu sanıyorum.
Josef Kirschner