İlk karşılaşma, hem terapist hem de terapi almak isteyen kişi için çok önemlidir.

Kişi idealize ettiği ego parçası ile terapisti arasında bir ilişki kurmaya çalışır.



Birey olarak, bütün insanların temel sorunu idealize egosunu ifade edip edememe sorunudur.

Günlük yaşamda bunu “kendini ifade etmek” olarak anlatırız.



Kişi açısından terapiden yarar görmesinin temel anlamı kendini ifade edebilmesinin önündeki engellerin kalkması olacaktır. İdealize ego parçası ile diğer egoları arasındaki köprülerin yeniden kurulmasına ihtiyacı vardır.

Öyleyse kişi kendi egosunun önemli bir bölümünü oluşturan idealize ego parçası ile, terapist arasında kaçınılmaz, psikolojik bir köprü kuracaktır.



Terapistin idealize edilebilmesi için ideal bir insan olarak algılanması gerekir.

Bazen terapistlere sorulur; İyi de siz ne kadar kendi sorunlarınızı çözüyorsunuz?



Psikoloji içerikli bir sitede şuna yakın bir ifade gördüm “biz sorunlarımızı çözmüş, uyumlu, vs terapistleriz” . Kelimeleri biraz farklı hatırlıyor olabilirim, ama yazarın vermeye çalıştığı duygu aşağı yukarı, kendilerinin sorunları çözme kapasitesinin olduğu, onlarla ilişkiye girecek insanların bu konuda rahat olmaları şeklindeydi.



Bayan S. ile üç buçuk – dört yıl boyunca görüştüm. Aramızda güçlü bir ilişki oluştu. Terapiden çok yararlandı. İlk seanslardan birinde bana ilginç bir soru sordu.

“Beni yolda yürürken görmüş, yolun kenarından yürüyormuşum. “

Bayan S. beni çekingen, kaçıngan bir insan olarak görmek istemediğini bana iletmiş oldu.



Avrupa yakasında Hümeyra’nın oynadığı İffet Hanım karakteri, bir hanımdan terapi almaya başlar. Bu hanım yoga benzeri bir terapi tekniği kullanmaktadır. İffet Hanım evde artık et yemeği pişirmemeye başlar, herkes şikayetçidir vs. Ama İffet Hanım, bu terapi tekniğine ve terapistine çok bağlıdır, ev halkının ısrarlarına rağmen kendi bildiğini yapar.

Bir gün, İffet Hanım, Burhan Altıntop’u ziyaret için hastaneye gittiği zaman, kendi terapistinin bilmediği başka bir yüzü ile karşılaşır. Aslında kadın, şirret, nalet biridir. O andan itibaren terapiyi bırakır.



Bayan Y. iki yıl boyunca terapi almıştı. Birkaç aylık bir aradan sonra, bana gelmeye karar verdi. Yedi sekiz ay boyunca görüştük. Birden terapiyi bırakmaya karar verdi. Terapi merkezini beğenmediğini söyledi. Sekreterimizin not aldığı randevu defterini, ortamı, bekleme salonunu vs beğenmemiş. Bütün bunları avam buluyordu. Kendisinin daha özenli bir terapi merkezinde belki başka bir terapistten terapi alması gerekiyordu. Şaşırdım ve üzüldüm. Kararından vazgeçmeyeceği belliydi. Bayan Y. ile benim aramda bağ oluşturan köprü çökmüştü.



Terapiye gelen kişi, çoğu zaman bu idealize- olumlu aktarım duygularına sahiptir. Terapist büyük bir hata yapmazsa, çoğu zaman bu ilk aktarım sorunsuz bir şekilde gerçekleşir.



Terapist ise ilk seansta, karşısındaki kişi ile terapi kuralları içinde, bir çerçeve içinde ilişki kurup kuramayacağını, bu ilişkinin uzun süreli olup olamayacağını anlamaya çalışır.


İlk seanslar

İlk seanslarda iki üç yıl sonraki hedeflere bir anda ulaşılabilecekmiş gibi bir yanılsama oluşur. Kişi terapistin yorumlarına içtenlikle katılır. Bazı kişilerde kendini derinlemesine kavrayışın olağan dışı etkileyiciliğini görürüm. İçtenlik ve zeka bir araya gelince, umut verici güçlü ve olumlu bir hava oluşur.



Ama bu olumlu hava kısa bir süre sonra sona erer. Kişi kendi derinliğine inmenin şokunu yaşar. Belli bir derinlikten sonra terapi alan kişi de terapist de “vurgun yiyecektir”



Daha sonra bir geri çekilme dönemine girilir. Artık ilk seanslardaki derinlemesine yapılan yorumlara ulaşabilmek için aylarca çalışmak gerekmektedir.



Ne olmuştur da derinlemesine pek çok yorum yapılırken birden bu yorumlardan vazgeçilmiştir.



Ruhumuzu bir elektronik devreye benzetelim. Terapi alan kişi ve terapist bir entegre devreye ulaşmaya çalışırken, farkında olmadan, diğer devreler üzerinde baskı yapmaktadırlar. Kişi o seansta çok girişimcidir. Ama bir sonraki hafta terapiste küçük ipuçları vererek bu yorumların onu yorduğunu hissettirir.



Örneğin, geçmişe bu kadar takılmamak gerektiğini söyler. Bir hafta önce konuşulan çok önemli konuların dışında alakasız bir konuyu neşeli bir şekilde terapiye getirir. Öğrencilerin lisanı ile söylersem “dersi kaynatır”. Bu kaynatma dönemi bir geri çekiliş dönemidir.



Bu geri çekilme seansları dolgu seanslardır, terapist ve terapi alan kişi arasındaki duygusal bağlanma güçlenir. Bu seanslar, sorunları yeniden ele almak için verilen keyifli mola zamanlarıdır.



Yorum için ikinci ve üçüncü süreç oluşursa, artık birinci yorum süreci kadar derinlemesine çalışılmaz. Bu terapiyi daha gerçekçi bir zemine taşır. Her şey daha orantılı ve daha yavaş ilerler.
İçeride olmak ve dışarıda olmak


Terapistin egolarından biri de bilim adamı egosudur. Psikiyatrist-Terapist karşısındaki kişi hakkında, tiroit hormonlarının düzeyinden, beynin elektrik faaliyetinden (eeg), travmatik yaşantılarına, antidepresana yanıtından, işlevsellik düzeyine kadar, bilim dili kullanarak bir kurgu oluşturur. Bu kurgu empatik olmayan bir kurgu şeklidir. “dışarıdan” “yabancı” bir kurgudur.



Terapistin diğer egosu ise “şimdi ve burada” karşısındaki kişi ile duygudaşlık içinde çalışır. Bu ego ise empatiktir.



Terapistin bu tıbbı özelliği idealize, sorun çözücü anne ve babayı sembolize eder. Eğer terapist dinsel içerikli veya mistik bir terapi metodu kullanıyorsa: Artık bilimsel tıp değil de inanılan “mistik sistem” idealize anne ve babanın yerini almıştır. Terapist ve terapi alan arasındaki kurgu aynıdır.



Bazen anneler çocukları ile terapiye gelirler. Terapist ile işbirliği yaparak kendi çocuklarının problemlerini çözmek isterler. Böyle bir işbirliği teknik nedenlerle imkânsızdır. Annenin beklentisi çocuğu ile kopan idealize ego köprüsünün terapist tarafından yeniden kurulacağı şeklinde bir algılamadır. Terapi sürecinin akması için anneyi izole etmemiz gerekir. Ama annenin bu beklentisi gerçekçidir. Tamamlanmış bir terapide, kişi ve annesi arasında yıkılmış köprüler yeniden onarılmıştır. Ama bu onarılmış köprü, eski köprünün özelliklerine sahip olmayan yeni bir köprüdür.



İdealize egomuzun büyük bir bölümü basit ve anlaşılır elemanlardan oluşur. Hırsızlık yapmayacaksın ve yapmıyorum. Çocukları seveceksin ve seviyorum. İbadet edeceksin ve ediyorum. Aileme iyi bakıyorum. Yoksul insanlara yardım ediyorum. Ülkem için çalışıyorum vs vs. Bu ego bölümü bizi kendimiz gibi yapar. Bu dünyadaki var oluşumuz için önemlidir ve ruhani bir anlamı vardır.



İdealize egomuzun başka bir bölümünde, şu anda yapamadığımız ama yapmak istediğimiz elemanlar vardır.



Bay L. namaz kılmak istiyorum diyordu, ama bunu bir türlü yapamıyordu. Bayan B. çalışkan bir öğrenci olmak için büyük bir çaba harcıyordu, ama olmuyordu.



Bu gerçekleşmemiş arzuların olduğu ego bölümü önemlidir. İdealize egonun içinde olan ve gerçekleşmeyen (arzu ) ego bölümü hem kişinin içindedir, hem dışındadır.



Bu gerçekleşmemiş ideallerin olduğu ego içinde anne baba çekirdek eleman olarak bulunur ama bu ideal alan içine sevdiğimiz bütün insanları sokabiliriz. Yani bu ego içinde sevdiğimiz bütün insanların hayalleri ve arzuları vardır. Bunların çoğu gerçekleşmemiş arzu ve hayallerdir.

Şimdi biz bu insanların çocukları ve yakınları olarak bu hayalleri gerçekleştirme görevini üstlenmişizdir.



Bu arzuların gerçekleşmediği ego parçası hem içeridedir hem dışarıdadır dedik, işte bu noktada terapist güçlü bir anlam kazanır.



Terapist bu gerçekleşmemiş idealize arzu egosunu (kısmen) sembolize eder.

Bu anlamda terapist görüştüğü kişinin dışındadır. Empatik değildir.

Ama aynı zamanda empatiktir ve görüştüğü kişinin içindedir.

Bu anlamda terapist ile şaman (ilkel büyücü) aynı şeydir. Yani idealize olan ilahi olan ile gerçek olan arasında bir köprü oluşturur.

Yani kişinin temel sorunu bu arzu egosunun gerçekleşmemesi ise; terapi bu egonun gerçekleşeceğine ve terapistin de bu anlamda bir köprü olacağına dair (yazılı olmayan-zımni ) bir iddia taşır.



Bu doyurulmamış ideal arzu egosu (lider olacağım, iyi bir müzisyen olacağım, insanları kendime hayran bırakacağım vs vs.) aslında hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir.



Dışarıda olan ve hala arzularımızın gerçekleşmemiş olarak kaldığı egonun varlığına ihtiyacımız vardır.

Örneğin dışarıdaki bir müzisyene bu egomuzu yansıtalım. Bir süre sonra o müzisyen kadar iyi müzik yaptığını varsayıyorum. Artık bu arzun gerçekleşmiştir.

Ama aslında gerçekleşmemiştir.



Arzunun yüzde yüz gerçekleşmesi demek ölüm demektir. Kişinin başka arzusu kalmamışsa, artık başka bir şey istemiyorsa, yaşamasının da bir anlamı kalmamıştır.



Aşık olduğumuzda bu yanılsamayı yaşarız. Âşık olduğumuz kişiden sonrası diye bir düşünce aklımızdan bile geçmez. Yoğun bir tamamlanmışlık duygusu vardır. Bütün arzularımız doyurulmuştur.

Bu ölüm ve yaşamın birbirine çok yaklaştığı bir noktadır ve bize güçlü bir ölümsüzlük duygusu verir.



Aslında bizim hem dışarıda hem de içeride olan bir ego parçasına ihtiyacımız vardır.



Bu ego parçasının gerçekleştiğini sandığımız zamanlarda aşık oluruz. Bu bir kadına bir erkeğe duyulan aşk olabilir. Bir ideolojiye bir dine bir partiye duyulan aşk olabilir.



Sonra bir hayal kırıklığı yaşarız.

Daha sonra ideal arzu egosu ve ideal ego arasındaki köprüler yeniden oluşturulur ve yeniden aşık oluruz. Bu böyle sürüp gider.