“Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu,
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük.”
Printable View
“Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu,
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük.”
Hayatı çok ciddiye almadım…
O da beni ciddiye almadı…
Yokmuşum gibi davrandı.
...
Olsun küskünlüğüm yok !
Zaten büyük hesapların adamı olmadım hiç !
Bir an sonrası belli olmayan hayatta
Uzun vadeli planlar yapmadım.
Her an bir yerlere gidecekmiş gibi
Valizimi hazır beklettim.
İkiyüzlüler maske takmamı istediler.
Bıyık altından gülenlerde oldu...
Olsun geceleyin yastığa başımı rahat koyuyorum ya,
Bu yeter bana !
Şöyle geriye dönüp mazime baktığım zaman,
Çok da kaybettiğim bir şey yok esasen.
Charlie Chaplin
Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?*
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?*
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?*
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?*
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?*
Solması için gülü dalından mı koparmalı?*
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?*
Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?*
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?
Victor Hugo
Biliyorum nereden geldiğimi.
Doymamış bir alev gibi aç.
Bakıyor yiyorum kendi kendimi.
Bir ışık oluyor neye dokunsam.
Kömüre döner neyi bıraksam.
Bir alevim ben bir alev dilimi.
[ Nietsche]
bu şiir, 2.dünya savaşı'nda sürgün edilen, savaş zamanında paris'te kalıp çok fakir bir hayat süren ve cesedi sen nehri kıyısında bulunan bir kırım türkü’nün üzerinden çıkmıştır.
bu kent her şeyiyle bana yabancı
caddeler, binalar, bütün insanlar...
öyle hasretim ki ezan sesine
ararım çevremde minare, cami
lakin takılırım çan kulesine
her semtin muhteşem kilisesine
yad el elemleri sarar içimi
uzaklarda yurdum! burdan çok uzak
her mevsimi güneşli, masmavi göklü
camili, kubbeli, kümbetli, köşklü
ozanlı, garipli, kervansaraylı
hele insanları: alpli, giraylı
yok haber onlardan, baba evinden
bu yüzdendir halim, kopuk bir yaprak
herşey benden çok uzakta! çok uzak
gözlerim daima engine dalar
isterim ki her an, ana yurdumda
dağları dumanlı yaşlı kırım'da
duvarında mavzer ve kur'an olan
ata ocağında, bizim konakta
bir bakır sinili sofra başında
iftar beklenilsin, dua edilsin
ve sessiz sedasız yemek yenilsin
sonra şadırvanda abdest alınıp
hep birlikte teravihe gidilsin
uyansam her sabah ezan sesiyle
görsem ayşeciği su testisiyle
ninemi yaşmaklı, namaz kılarken
dinlesem dedemi, kur'an okurken
başımı huşuyla yastığa koysam
sonra toparlanıp yola koyulsam
yahut günün şavkı vururken camdan
heybetli sesiyle çağırsa babam
anam da, kalk yavrum, aslanım dese
tutup elleriyle omuzlarımdan
o müşvik haliyle sarılsa, öpse
semaver kaynarken ocak başında
dünya türklüğünden, türk tarihinden
bozkurt'tan, turan'dan söz etse dedem
sonra türklük için etse de niyaz
gözlerinden akan yaşını görsem
evet! yurdum burdan çok uzak,
bir ferahlık yahut bir şevk umarak
düşerim yollara akşam üstleri
hep böyle çaresiz, yollardan beri
her zamanki gibi yorgun ve bitkin
artırıp yükünü hasta kalbimin
her an heyecanı gözlerimde yaş
görmek ümidiyle bir türk, bir dildaş
dolaşırım paris caddelerini
yorgun akan sen'i, köprülerini
bir karakış vakti, sen kıyısında
kafamın içinde türklük ülküsü
ruhumu kavuran yurt hasretiyle
böyle göçeceğim ebediyete
donmuş cesedimi bulup çöpçüler
defnedilmek üzere götürecekler
kimim ben, neyim, ne bilecekler...!
Prens
yakışıklıyım ben
dik taranmış briyantinli saçım
elbisem blucin güneş gözlüğüm pembe
17 yaşın tüm çekiciliği
parmağımda kalın yüzük gömlek cebimde marlboro
alçak gönüllülükle süzerim dünyayı
ekmek-katık- açlık bastırır dört-beş çocuk
üstü-başı pis, yırtık
yolun kenarında
biraz ileride bekler
balyalarla dolu kamyon
ve de yüklenecek birkaç daha
kurmuşum tahtımı el arabasına konmuş bir balyaya
yanımdan geçerken köpeği ile yaşlı adam
laf atar, yana hafifçe tükürür
gülümserim
kibarca
asilim ben
çöplerin prensi
Mart 2002
[Kriton Dinçmen]
Akdenizli.
Bir sevdayla sevişmeyi bilmeyen
Akdenizli değildir
bir gövdeyle sevişmeyi bilmeyen
Bir rüzgârla konuşmayı bilmeyen
bir bulutla bir acıyla
bir Dor taşıyla konuşmayı bilmeyen
Bir mevzi çukurunda kurşun atarken
torbaların arasında açan çiçekle
gözlerini seviştirmeyen
Bir sevdanın mezar taşıyla
bir umudun külleriyle konuşmayı bilmeyen
Akdenizli değildir.
Üç savaşın dehşetiyle gözleri
büyüyüp iri kalmış
kadınlarla çocuklarla gözleşmeyi bilmeyen
Kanın kıyımın ölümün ortasında
barışla sözleşmeyi bilmeyen
sevgiyle acıyla buluşmayan yüreği
Bir uçurtma, ya da sünnet düğünü
karşısında bilmeyen çocuklaşmayı
Akdenizli değildir
Bir zeytinden, yasemimden, sevişme çalgısından
kanının debisi yükselmeyen
değildir Akdenizli
Bir kadınla sevişmeyi bilmeyen
Akdenizli değildir
Bir yangınla sevişmeyi bilmeyen.
[Fikret Demirağ]
ihtiras
çok istiyorduk
dante de istemiştir
ve şimdi bir hiçlik hesabını yapan çocuk parmaklarımız
hah hah parmak hesabına geri dönmüşüz
durunca anlaşılıyor yorgunluklar
bir de uyanınca yokluğa
bunca gayret ne için?
saçlarına tarak girmeyen annelerin kızlık resimleri
kızlık soyadları kızlık hayalleri
bir masa lambasının altında çalışırken
düşünüyor insan ne için?
knidos’tan eski limanlara bakıyor yaz sıcağı
en yukarı kale yapanlar,
aşık olanlar,
etekleri salınanlar,
hırstan ülkeler fethedenler,
kimseler yok güneş saatinden başka.
bayraklar değişmiş,
atlı arabaları çeken atlar ölmüş,
dior’un kadife elbiseleri,
koskoca meydanların asil sahipleri yok.
ağrılı bir gece gibi uzuyor ayrılığın acısı,
kırık bir kahve fincanında bitmez zannedilen sohbetler
ne için?
bir yalan dolanıyor eski şarkılara.
bir ayakkabı giyilmeden duruyor şuracıkta
ondan biliyorum kaç bahar geçtiğini,
insan varlığını bir abide sanıyor,
sahi zannediyor duyduklarını
Nurcan Parlakyıldız
''ben seni sevdim mi? sevdim, öyle ya
bir çizgiye vardım seninle beraber
ve bir gün orada yitirdim seni''
[ümit yaşar oğuzcan]
sen benim sarhoşluğumsun...
ne ayıldım,
ne ayılabilirim,
ne de ayılmak isterim.
başım ağır, dizlerim parçalanmış,
yanıp sönen ışığına düşe kalka giderim.
[nazım hikmet ran]