9 ŞUBAT
16-05-2008, 06:34 PM
1. Öğrencilerin hayatlarının dönüm noktası olarak gördükleri en az on yıllık bir birikimin üç saatte sınandığı "öğrenci seçme sınavı" onlarda aşırı kaygıya neden oluyor. Aslında, kaygı bizim için belirli oranda gerekli; çünkü kaygıdır bizi hedefimize çeken, yönlendiren, bize itici güç veren. Oysa kaygının aşırısı verimsizliğe neden oluyor. Sizce bunun dengesi nasıl sağlanmalı?
Kaygı, aslında dediğiniz gibi ne tür olursa olsun fazlası çok zararlı. Kaygı gerekli, çünkü güdülenmeyi, hedefe yönelmeyi sağlayan odur. Kaygılanmayan insanın hedefleri yoktur. Ama aşırıya kaçtığındaki sorunun birisi şu aslında, öğrencilerin on yıllık bir birikiminin üç saatte sınanıyor olması. Evet şu anda koşullarımız böyle yani bizim ülkemizde yüksek öğrenimin bir bedeli var. Bu bedelde böyle bir sınava girmek. Başka ülkelerde de başka türlü yöntemler var. Mesela Almanya'da o dönem gençlerin %10'u öğrenim görebiliyor. Oradaki sisteme göre öğrenciler daha on yaşından itibaren seçilip mesleki yönlendirmeleri yapılıyor. Akademik kariyer yapmak isteyenler yüksek öğrenime girebiliyor. Bu da takribi %10, %12 gibi bir rakam. Bizim ülkemizde de 10 kişiden bir kişi kazanıyorsa aslında o da %10, %12 gibi bir rakama denk geliyor. Ama bizde kaygıyı arttıran o sosyal baskı. Hep kıyas yapmayalım diyoruz ama iki ülke karşılaştırıldığında kaygı bizde daha fazla. Seviyemizi çıkartmak istersek, onların gelecekle ilgili bir sosyal boşlukları yok. Belki bizde genci kendi haline bıraksak bu kadar sosyal baskı olmayacak. Ama ailenin kaygısı bulaşıcılık getiriyor. Aslında toplumsal bir kaygı olmaya başlıyor. Devamlı gelecek kaygısı. Geleceğinden umutsuz olan adama da ders çalışmak kolay gelmiyor.
Şunu bilmek çok önemli bu sınavın bir bilgi sınavı olduğu. Öyle bir aksettiriliyor ki on yıllık bir birikimin üç saatte sınandığı... Bu bir zeka sınavı gibi anlaşılıyor. Bu ne adamlık sınavı ne de zeka sınavı. Bu ülkenin koşullarına göre yüksek öğrenimin bir bedeli.
İnsanlar senelerdir bu sistem üzerinde düşünüyorlar. Ama herkesin üzerinde uzlaşabileceği daha makul bir şey çıkmadı. Belki siyasi nedenlerle belki sosyal nedenlerle belki maddi nedenlerle ama bir şekilde çıkmadı. Bu durumda sürekli koşullara suç atmamak gerek. Karanlığa mum yak! Bu durumda ne yapılacak? Elinden gelen yapılacak. Eğer gerçekten akademik kariyer istiyorsan. Zaten belli doğru çalışma stratejilerini yerine getiriyorsan, hem hedeflerini koyarken hem de çalışırken çok haddini aşmıyorsan bir yerlerde okuyabilecek puanları alıyorsun. Önemli olan kişinin kendini ve isteklerini tanıması, hayattan ne istediğini bilmesi, hedeflerini koyarken daha gerçekçi olması. Gerçekçi düşünmeye başlanıldığında zaten o kaygıda azalıyor.
2. Maalesef bizim eğitim sistemimizdeki bazı eksikliklerden dolayı Öğrenciler planlı ve programlı çalışma beceresi kazanmıyorlar. Fakat ÖSS'de başarılı olabilmek için planlı ve programlı çalışmak gerekiyor. Eğitim sisteminin bu olumsuz etkisinden kurtulmanın yolu nedir?
Evet bu sistem ezbere yönelten bir sistem. Planlı ve programlı olma adına ilkokuldan itibaren ödevler verilmeye başlanır. Hatta şu anda ana okullarında bile veriliyor. Ödev, çocukların gördüğü şeyleri tekrar etmesi amaçlı veriliyor. Aslında ödev vermekle inisiyatifi çocuğun elinden alıyoruz. Bilgiyi tekrar ettirmekle onun düşünmesi yerine biz kafasına koyuyoruz. Çocuk kendisi akıl etmiyor onun yerine milli eğitim düşünüyor, öğretmen ödev veriyor o da yapıyor. Ödev genelde soru cevap, oku anlat, problem çöz biçimindedir. Proje üretmek yok. Kavram üzerinde mantık yürütmek ya da öğrendiğini başka bir alana kaydırmak olmadığı için ÖSS 'de zorlanma yaşanıyor. 10 yıl boyunca size veriliyor siz de alıyorsunuz. İyi veya kötü, eksik ya da fazla. Herkes bir şekilde bir şey alıyor. İmtihanlarda aldıklarını uyarlamaları isteniyor. Sorulan sorular içinde bu yaşa gelene kadar bir çoğu bir problem çözmemiştir. Paragraf sorusu diye bir şey yoktur aslında. Paragraf sorusundaki amaç ben bu soruyu sorduğumda o soruyu çözecek kişi onu ne kadar anlayabiliyor ve anladığını ne kadar aktarabiliyordur. O sorunun köküne baktığınızda yukarıdaki bilmem ne de aşağıdakilerden hangisi verilmemiştir der. Herhalde okuduğunu anlayan birinin verilmeyeni akıl etmesi çok doğal bir şey. Ama bizim kitap okuma alışkanlığımız olmadığı için anlamamız seri değil. Her şeyi de sistemde aramamak gerek.
Öğrenme öyle bir şey ki her insan da farklılık gösterir. Hem stratejik anlamda hem de hızlılık anlamında. Bu geliştirilecek bir şey de. Son saniyeye bırakırsanız işinizi, daha çok şeyi, daha karmaşık bir şekilde ve daha kısa zamanda çözmek zorunda kalırsınız. Bu o zaman işte ortaokuldan üniversiteye hazırlık yapmaya başlayayım demek değildir. Sınava endeksli çalışmak hata. Herkesin kendini eğitebileceği bir çalışma sistemi ve stratejisi vardır. Parmak izi gibi, herkesin değişiktir. Çünkü sinir ağı dağılımı her insanın beyninde farklıdır. Onu ne kadar geliştirdiğine göre değişir. Onun için herkes bununla antreman yapmak durumundadır.Vücudu zinde kalsın diye spor yapıyorsa, beynin zinde kalması için de egzersiz yapmak durumundadır. Yani üniversite sınavına hazırlanırken hesap makinesiyle çalışan arkadaşlar var. Onlara sınav esnasında hesap makinesi vermeyecekler. Yani günde 400 soru çözdün. Beraberinde ne kullandın. Bu ağırlıklı dalmak gibi bir şeydir. Ağırlıklı dalabiliyorsa 50 metre daldı deriz. Ama öbür türlü adını hemen koyarlar, ağırlıklı daldı diye.
Bir de çok fazla bilgi bombardımanı kişiyi boğar. Herkesin belli sınırları vardır. Sınırları dışına çıkıp da bir şeyler yapmasını beklemek, o kişiyi buna zorlamak daha başarısız olması sonucunu doğurur. Bilgiyi sistematik olarak beyninize yerleştirmezseniz bölük pörçük ve ayrı yerlerde tutarsınız. Bir zincir kuramazsınız. Aldığınız bilgiyi beyinden geri çağırırken ki bu öğrenmenin son noktasıdır, "Hikkon" denilen bir şeydir, o da öğrenmenin bir parçasıdır. Sistematik olarak yerleştirdiğiniz bilgiyi çağırırken toplu ve kolay şekilde çağırabilirsiniz. Diğer türlü 5 ayrı yerden toplamak zorunda kalırsınız. Bir bilgiyi almak için binlerce bilgi gerekiyor. Sistematik aldığınız 5 milyon bilgiden ancak 5 tane alırsınız. Hayatta her zaman sınavlar var. Hedefleriniz olduğu sürece sınavlarınız var. Sınavlarınız olduğu sürece aşmanız gereken şeyler var. Aşabildiğiniz sürece de doymazsınız.
3. Öğrenci seçme sınavında başarıyı etkileyen faktörler gözönüne alındığında ailenin öğrencinin başarısındaki rolü nedir?
Başarısızlıkta rolü nedir de diyebiliriz. Çok önemli tabi. Bu noktada üç ayak var. Birinci ayak sınava girecek olan kişinin kendisi. İkinci ayak onu bu sınava hazırlayan teknik direktörü. Üçüncü ayak ise taraftardır.Yani ailesidir. Birde şöyle bir şey var. Sınava girerken kaç tanemiz seçtiğimiz bölümü gayet isteyerek ve inceleyerek seçiyoruz. Bir sürü insan bu konuda şanssız. Bakıyor matematik dersinde başarısız. Gidip dil üzerine ağırlıklı çalışıp sınava hazırlanıyor. Güya o dersten daha kolay geçecek. Ama ondan sonra bir geliyor üniversite sınavına sen şurayı burayı seçemezsin deniliyor. Tercih yapılırken bir çoğunun eğilimi nedir, 10 senedir ne getirdi aile bunu bilmiyor. Özel okullarda bu iş biraz daha iyi yapılıyor. Ama devlet okullarında nüfus çoğunluğundan bir çok yerde öğretmen açığı yaşanıyor. Bu işi yapacak olan uzmanlar işin beyin ile psikiyatri tarafına da bakmalılar. Çocuklar ruhsal bozukluklar yaşadıktan sonra psikologa götürülür. Oysa beyin rahatsızlığı iki türlü ortaya çıkar ya da psikiyatrik bir tablonun ortaya çıkmasından kaynaklı beyinde bozulmalar oluşur.
Çocuğu başarıya veya başarısızlığa yönlendirebilmek ona model olabilmekten geçer. Anne baba kendi kaygılarını, kendi hayatlarında eksik kalan yönlerini telafi etmek adına çocuğa hedefler koymamalı. Onu kendi hedeflerini koyabilmeye modellik etmek önemli. Bunu sağlamak pek kolay değil tabi. Anne babaların tüm kaygılarından vazgeçip, karşı tarafa tolerans gösterebilmesi gerek. Çocukların yarattığı para ve zaman kaybına dayanabilmek gerek. İyi bir modellik söylediğimizle çelişmemekten, sürekli öğüt veren, baskı yapan ve geleceği olumsuz gösteren yaklaşımlardan kaçmaktan geçer. Siz kendi hayatınızdan hoşnut olursanız, çocuğunuzda hoşnut olur ve kendine hedefler koyabilir. Başarı için ön şart, güven duyacaksınız, gerçekçi hedefler koymasını sağlayacaksınız, akademik yöneliminin ne olduğunu saptayacaksınız, bilinçsel yeteneklerinin ne olduğunu bileceksiniz. Bunu bilmekte çocukla konuşmaktan geçer. Birde duygusal gelişimi ne alemde bileceksiniz. Çünkü bu sınav sadece ders çalışılarak kazanılan bir sınav değildir. Dershanesinde başarılı olan bir çok kişinin sınavda durumu birden değişiyor. Bazıları da dershanede çok kötü hissediyor kendisini ama sınavda beklediğinin üzerinde bir sonuç alıyor.
devamı alttadır.
Kaygı, aslında dediğiniz gibi ne tür olursa olsun fazlası çok zararlı. Kaygı gerekli, çünkü güdülenmeyi, hedefe yönelmeyi sağlayan odur. Kaygılanmayan insanın hedefleri yoktur. Ama aşırıya kaçtığındaki sorunun birisi şu aslında, öğrencilerin on yıllık bir birikiminin üç saatte sınanıyor olması. Evet şu anda koşullarımız böyle yani bizim ülkemizde yüksek öğrenimin bir bedeli var. Bu bedelde böyle bir sınava girmek. Başka ülkelerde de başka türlü yöntemler var. Mesela Almanya'da o dönem gençlerin %10'u öğrenim görebiliyor. Oradaki sisteme göre öğrenciler daha on yaşından itibaren seçilip mesleki yönlendirmeleri yapılıyor. Akademik kariyer yapmak isteyenler yüksek öğrenime girebiliyor. Bu da takribi %10, %12 gibi bir rakam. Bizim ülkemizde de 10 kişiden bir kişi kazanıyorsa aslında o da %10, %12 gibi bir rakama denk geliyor. Ama bizde kaygıyı arttıran o sosyal baskı. Hep kıyas yapmayalım diyoruz ama iki ülke karşılaştırıldığında kaygı bizde daha fazla. Seviyemizi çıkartmak istersek, onların gelecekle ilgili bir sosyal boşlukları yok. Belki bizde genci kendi haline bıraksak bu kadar sosyal baskı olmayacak. Ama ailenin kaygısı bulaşıcılık getiriyor. Aslında toplumsal bir kaygı olmaya başlıyor. Devamlı gelecek kaygısı. Geleceğinden umutsuz olan adama da ders çalışmak kolay gelmiyor.
Şunu bilmek çok önemli bu sınavın bir bilgi sınavı olduğu. Öyle bir aksettiriliyor ki on yıllık bir birikimin üç saatte sınandığı... Bu bir zeka sınavı gibi anlaşılıyor. Bu ne adamlık sınavı ne de zeka sınavı. Bu ülkenin koşullarına göre yüksek öğrenimin bir bedeli.
İnsanlar senelerdir bu sistem üzerinde düşünüyorlar. Ama herkesin üzerinde uzlaşabileceği daha makul bir şey çıkmadı. Belki siyasi nedenlerle belki sosyal nedenlerle belki maddi nedenlerle ama bir şekilde çıkmadı. Bu durumda sürekli koşullara suç atmamak gerek. Karanlığa mum yak! Bu durumda ne yapılacak? Elinden gelen yapılacak. Eğer gerçekten akademik kariyer istiyorsan. Zaten belli doğru çalışma stratejilerini yerine getiriyorsan, hem hedeflerini koyarken hem de çalışırken çok haddini aşmıyorsan bir yerlerde okuyabilecek puanları alıyorsun. Önemli olan kişinin kendini ve isteklerini tanıması, hayattan ne istediğini bilmesi, hedeflerini koyarken daha gerçekçi olması. Gerçekçi düşünmeye başlanıldığında zaten o kaygıda azalıyor.
2. Maalesef bizim eğitim sistemimizdeki bazı eksikliklerden dolayı Öğrenciler planlı ve programlı çalışma beceresi kazanmıyorlar. Fakat ÖSS'de başarılı olabilmek için planlı ve programlı çalışmak gerekiyor. Eğitim sisteminin bu olumsuz etkisinden kurtulmanın yolu nedir?
Evet bu sistem ezbere yönelten bir sistem. Planlı ve programlı olma adına ilkokuldan itibaren ödevler verilmeye başlanır. Hatta şu anda ana okullarında bile veriliyor. Ödev, çocukların gördüğü şeyleri tekrar etmesi amaçlı veriliyor. Aslında ödev vermekle inisiyatifi çocuğun elinden alıyoruz. Bilgiyi tekrar ettirmekle onun düşünmesi yerine biz kafasına koyuyoruz. Çocuk kendisi akıl etmiyor onun yerine milli eğitim düşünüyor, öğretmen ödev veriyor o da yapıyor. Ödev genelde soru cevap, oku anlat, problem çöz biçimindedir. Proje üretmek yok. Kavram üzerinde mantık yürütmek ya da öğrendiğini başka bir alana kaydırmak olmadığı için ÖSS 'de zorlanma yaşanıyor. 10 yıl boyunca size veriliyor siz de alıyorsunuz. İyi veya kötü, eksik ya da fazla. Herkes bir şekilde bir şey alıyor. İmtihanlarda aldıklarını uyarlamaları isteniyor. Sorulan sorular içinde bu yaşa gelene kadar bir çoğu bir problem çözmemiştir. Paragraf sorusu diye bir şey yoktur aslında. Paragraf sorusundaki amaç ben bu soruyu sorduğumda o soruyu çözecek kişi onu ne kadar anlayabiliyor ve anladığını ne kadar aktarabiliyordur. O sorunun köküne baktığınızda yukarıdaki bilmem ne de aşağıdakilerden hangisi verilmemiştir der. Herhalde okuduğunu anlayan birinin verilmeyeni akıl etmesi çok doğal bir şey. Ama bizim kitap okuma alışkanlığımız olmadığı için anlamamız seri değil. Her şeyi de sistemde aramamak gerek.
Öğrenme öyle bir şey ki her insan da farklılık gösterir. Hem stratejik anlamda hem de hızlılık anlamında. Bu geliştirilecek bir şey de. Son saniyeye bırakırsanız işinizi, daha çok şeyi, daha karmaşık bir şekilde ve daha kısa zamanda çözmek zorunda kalırsınız. Bu o zaman işte ortaokuldan üniversiteye hazırlık yapmaya başlayayım demek değildir. Sınava endeksli çalışmak hata. Herkesin kendini eğitebileceği bir çalışma sistemi ve stratejisi vardır. Parmak izi gibi, herkesin değişiktir. Çünkü sinir ağı dağılımı her insanın beyninde farklıdır. Onu ne kadar geliştirdiğine göre değişir. Onun için herkes bununla antreman yapmak durumundadır.Vücudu zinde kalsın diye spor yapıyorsa, beynin zinde kalması için de egzersiz yapmak durumundadır. Yani üniversite sınavına hazırlanırken hesap makinesiyle çalışan arkadaşlar var. Onlara sınav esnasında hesap makinesi vermeyecekler. Yani günde 400 soru çözdün. Beraberinde ne kullandın. Bu ağırlıklı dalmak gibi bir şeydir. Ağırlıklı dalabiliyorsa 50 metre daldı deriz. Ama öbür türlü adını hemen koyarlar, ağırlıklı daldı diye.
Bir de çok fazla bilgi bombardımanı kişiyi boğar. Herkesin belli sınırları vardır. Sınırları dışına çıkıp da bir şeyler yapmasını beklemek, o kişiyi buna zorlamak daha başarısız olması sonucunu doğurur. Bilgiyi sistematik olarak beyninize yerleştirmezseniz bölük pörçük ve ayrı yerlerde tutarsınız. Bir zincir kuramazsınız. Aldığınız bilgiyi beyinden geri çağırırken ki bu öğrenmenin son noktasıdır, "Hikkon" denilen bir şeydir, o da öğrenmenin bir parçasıdır. Sistematik olarak yerleştirdiğiniz bilgiyi çağırırken toplu ve kolay şekilde çağırabilirsiniz. Diğer türlü 5 ayrı yerden toplamak zorunda kalırsınız. Bir bilgiyi almak için binlerce bilgi gerekiyor. Sistematik aldığınız 5 milyon bilgiden ancak 5 tane alırsınız. Hayatta her zaman sınavlar var. Hedefleriniz olduğu sürece sınavlarınız var. Sınavlarınız olduğu sürece aşmanız gereken şeyler var. Aşabildiğiniz sürece de doymazsınız.
3. Öğrenci seçme sınavında başarıyı etkileyen faktörler gözönüne alındığında ailenin öğrencinin başarısındaki rolü nedir?
Başarısızlıkta rolü nedir de diyebiliriz. Çok önemli tabi. Bu noktada üç ayak var. Birinci ayak sınava girecek olan kişinin kendisi. İkinci ayak onu bu sınava hazırlayan teknik direktörü. Üçüncü ayak ise taraftardır.Yani ailesidir. Birde şöyle bir şey var. Sınava girerken kaç tanemiz seçtiğimiz bölümü gayet isteyerek ve inceleyerek seçiyoruz. Bir sürü insan bu konuda şanssız. Bakıyor matematik dersinde başarısız. Gidip dil üzerine ağırlıklı çalışıp sınava hazırlanıyor. Güya o dersten daha kolay geçecek. Ama ondan sonra bir geliyor üniversite sınavına sen şurayı burayı seçemezsin deniliyor. Tercih yapılırken bir çoğunun eğilimi nedir, 10 senedir ne getirdi aile bunu bilmiyor. Özel okullarda bu iş biraz daha iyi yapılıyor. Ama devlet okullarında nüfus çoğunluğundan bir çok yerde öğretmen açığı yaşanıyor. Bu işi yapacak olan uzmanlar işin beyin ile psikiyatri tarafına da bakmalılar. Çocuklar ruhsal bozukluklar yaşadıktan sonra psikologa götürülür. Oysa beyin rahatsızlığı iki türlü ortaya çıkar ya da psikiyatrik bir tablonun ortaya çıkmasından kaynaklı beyinde bozulmalar oluşur.
Çocuğu başarıya veya başarısızlığa yönlendirebilmek ona model olabilmekten geçer. Anne baba kendi kaygılarını, kendi hayatlarında eksik kalan yönlerini telafi etmek adına çocuğa hedefler koymamalı. Onu kendi hedeflerini koyabilmeye modellik etmek önemli. Bunu sağlamak pek kolay değil tabi. Anne babaların tüm kaygılarından vazgeçip, karşı tarafa tolerans gösterebilmesi gerek. Çocukların yarattığı para ve zaman kaybına dayanabilmek gerek. İyi bir modellik söylediğimizle çelişmemekten, sürekli öğüt veren, baskı yapan ve geleceği olumsuz gösteren yaklaşımlardan kaçmaktan geçer. Siz kendi hayatınızdan hoşnut olursanız, çocuğunuzda hoşnut olur ve kendine hedefler koyabilir. Başarı için ön şart, güven duyacaksınız, gerçekçi hedefler koymasını sağlayacaksınız, akademik yöneliminin ne olduğunu saptayacaksınız, bilinçsel yeteneklerinin ne olduğunu bileceksiniz. Bunu bilmekte çocukla konuşmaktan geçer. Birde duygusal gelişimi ne alemde bileceksiniz. Çünkü bu sınav sadece ders çalışılarak kazanılan bir sınav değildir. Dershanesinde başarılı olan bir çok kişinin sınavda durumu birden değişiyor. Bazıları da dershanede çok kötü hissediyor kendisini ama sınavda beklediğinin üzerinde bir sonuç alıyor.
devamı alttadır.