Etiyolojisi tam olarak bilinmemektedir. 19. yy başında çoğul kişilik bozukluğu serebral dominans değişikliği ile açıklanmıştır. Daha sonra epilepsi, öğrenme, otohipnoz gibi düzenekler önerilmiştir. Erken çocukluk yaşantıları tüm disosiyatif bozuklukların etiyolojisinde önem taşımaktadır. Genel olarak disosiyatif bozukluklarda ebeveynlerden arken ayrılma % 26.4, ebeveynler arası şiddete tanıklık % 30.1, fiziksel kötü davranılma % 23.6, cinsel kötü davranılma % 34.6, 16 yaştan önce tecavüz % 11.7, cinsel ve fiziksel kötü davranılma % 42.1 olarak bulunmaktadır. Kuramsal olarak böyle bir bozukluğun travmaların etkilerinden bireyi koruduğu ileri sürülmektedir. Kadınlarda doğum sonrası da ortaya çıkabilmektedir. Değişik kişiliklerin bazı dürtülere karşı savunma veya onların ifadesini temsil ettiği düşünülebilir. Bazen kişiliklerden biri diğerinin tam zıttı olabilir. Temel düzenek disosiyasyon olmakla birlikte ikinci kişiliğin oluşumunda özdeşimin de rolü olabilir. Bazı bilimadamları ise iyatrojenik etkenler üzerinde durmaktadırlar. Disosiyasyon sırasında olasılıkla anılar daha farklı bir biçimde depolanıp korunmakta, bu da yeni bir kişilik şeklinde yaşanmaktadır. Yineleyen travmaların limbik devreleri değiştirmesi diğer bir olasılıktır.

Ayırıcı tanıda şizofreni akla gelmelidir. Şizofrenikler çoğul kişiliğe benzer sanrılar, ikinci kişilikle ilgili işitsel varsanılar belirtebilir. Hastalık taklidinden ve psikojenik fügden ve disosiyatif amneziden de ayrılmalıdır. Taklitte açık bir ikincil kazanç vardır. Bellek bozukluğuna neden olan tıbbi ve nörolojik hastalıklar (alkol yoksunluğu ve intoksikasyonu, toksik durumlar, metabolik nedenler ve enfeksiyonlar, otoimmün hastalıklar, kafa içi tümörler), yapay bozukluk akla gelmelidir. Histeri ile de karışabilir.

Çoğul kişilik bozukluğunun tanınması standart muayene yöntemleri ve ölçeklerin gelişimi ile artmıştır. Disosiyatif Yaşantılar Ölçeği, Disosiyatif Bozukluklar Görüşme Çizelgesi, DSM III Yapılandırılmış Görüşme Çizelgesi bu amaçla geliştirilen yöntemlerdir. Değişik merkezlerde bu ölçekle yapılan araştırmalar benzer sonuçlar vermektedir. Genel olarak geçerliği ve güvenilirliğinin yüksek olduğu kabul edilmektedir. Ancak bazı yazarlar bu çağdaş ölçütlerin büyük ölçüde müphem olduğunu ve buna bağlı olarak bu tanının gereğinden fazla konduğunu ileri sürmekte ve tanı ölçütlerinin değiştirilmesi gerektiğini savunmaktadırlar.

Dağılımı ve görülme sıklığı tam olarak bilinmemektedir. Ergenlik dönemi ve genç kadınlarda daha sıktır. Ailesel yatkınlık yoktur. Son yıllarda eskisi kadar seyrek olmadığı görülmektedir. Hastane ortamında sık görüldüğü kabul edilmektedir. Tanınması, bu konuda kuşku duyularak araştırılmasına bağlıdır. Tedaviye dirençli olgularda akla gelmeli ve araştırılmalıdır. Değişik serilerde hastanede yatan olgularda DSM IV yapılandırılmış görüşmesi ile saptanan oran % 1 kadardır. Başka araştırmalarda değerlendirme yöntemlerindeki farklılığa bağlı olarak % 15.3'e dek çıkmaktadır. Ülkemizde yatan hastalar arasında oran % 5.4 olarak verilmektedir. Ülkemizde Sivas'ta geniş bir örneklem grubu ile yapılan bir araştırmada disosiyatif kimlik bozukluğu % 0.4 oranında bulunmuştur. 1980 yılı başına dek toplam bildirilen olgu sayısı 200 iken bunu izleyen on yıllık dönemde 20.000 tanı konmuştur. Çocukluk çağında başlamakla birlikte uzun süre tedaviye getirilmez. 9/1 oranında kadınlarda sıktır. Bu olgulara ruh sağlığı birimlerine başvurduktan ortalama 8.2 yıl sonra tanı konmaktadır. Gerçek tanıları konmadan önce değişik psikiyatrik ve nörolojik tanılar almaktadırlar. Olguların önemli bir bölümü travma sonrası stres bozukluğu ölçütlerine de uyar.

Çoğul kişilik bozukluğu olgularında depresyona uyan ve çok sayıda başka türlü bilişsel çarpıtmalar vardır. Bu nedenle bilişsel yeniden yapılanma terapotik açıdan yarar sağlar. Başlangıçta hekim hastanın otomatik düşüncelerini ayrıntılı olarak öğrenir, ardından tek tek işler. Yoğun psikoterapi bazı olgularda etkin olabilmektedir. Tanıdan sonra öncelikle kişilik sistemleri tanınır. Ego güçleri değerlendirilir. Travma üzerinde durulur. Son aşama bütünleştirme ve birleştirme aşamasıdır. Bazı olgular hipnozdan yararlanabilir.

Eşlik eden belirtilere uygun ilaç seçilmelidir. Genel olarak hastaneye yatırılmaları gerekmez. Ancak intihar düşünce ve eylemleri, kendini yaralama, anksiyete, depresyon ve saldırganlık olasılığı varsa yatırılmaları gerekir.


aktuelpsikoloji