Sevgiyi Tanımlamak
Tarih: 18.06.2004 Saat: 20:00
Konu: Aşk'a Dair


SEVGİYİ TANIMLAMAK İSTEYENLERE ROMANTİK VE BİLİMSEL ANALİZLER “Herkesin aşkı aşkına Al aşkını çal başına...” İnsansoyu var olduğundan beri aşk ve sevgi üzerine sayısız söz söylemiş, binlerce tanım yapmış, on binlerce film çevirmiş, yüz binlerce kitap yazmış ve milyonlarca şiir derlemiş. Ve insanlar hâlâ yazacak yeni düşünceler bulabiliyor, söylenmemiş sözlerle aşkı ve sevgiyi anlatmaya çalışabiliyorlar. Bu çabanın sürdürülebiliyor olmasının, ve üzerinde karar kılınmış birer aşk ve sevgi tarifi bulunmayışının pek çok nedeni var elbette. Önce birkaç tanıdık tarifi listeleyelim:

Aşk; sevgiyi karşılıksız ve bolca vermektir. Aşk; ilkel bir acı, yaban bir ağrıdır. Aşk; bir kum saati gibidir. Kalp dolarken beyin boşalır. Aşk; uyandığınızda rüyanızı yanınızda bulmanızdır. Düşlerin gerçek olmasıdır. Aşk; geçici körlük ve kutsal bir duygu sarhoşluğudur. Aşk; henüz evlenmeden çocuk isimlerinden bahsetmeye başlamaktır. Aşk; başınız sıkıştığında ilk aklınıza gelen onun omuzlarına ihtiyacınız olduğunu hissetmektir. Aşk; yüreğine, beynine söz geçiremeden birinin peşinde sürüklenmektir.

Aşk; insanı sarsan, sıkıntıya sürükleyen ve acı veren bir duygudur, ama aynı zamanda sizi yüceltir ve pervasızca coşturur. Kalp+Kalp=Aşk. Bu öyle bir cebir denklemidir ki sen çözersin başka, ben çözerim başka. Evet, bu liste binlerce sayfayı dolduracak kadar uzayıp gidebilir. Yani, aşkı tanımlamak gerçekten zor iş....

Ben bu sakin Pazar günümü, bu konuyu enine boyuna irdelemeye ve onca kafa ve gönül karışıklığını bir nebze gidermek için yeni bir bakış açısı geliştirmeye adadım. Buyurunuz, birlikte düşünelim: Aşk ve sevgi sözcükleri büyük bir kavram kargaşası içinde kullanılıp gidiyor ve bu iki ayrı duygu hakkında söylenenler çoğaldıkça karmaşıklık daha da büyüyor. Bu durumu yaratan başlıca beş neden saptadım: .

Bu iki kelime farklı iki kavramı anlatmalarına karşın çoğu zaman birbirinin yerine kullanılıyor. Örneğin; “doğa sevgisi”ni anlatmaya çalışan biri, “doğaya aşığım” diyebiliyor. Oysa, doğanın bir parçası olan fareleri veya yılanları gördüğünde büyük bir dehşet içinde üstüne çıkacak sandalye veya kaçacak köşe arayan biri, belli ki aşktan söz etmiyor. “Doğaya aşığım” demekle, aslında doğaya verdiği değeri anlatıyor..

Bu iki kelime değişken ve göreceli iki duyguya verilen isim olduğu için ve sabit birer olguyu anlatmadığından dolayı sürekli farklı tasvirlerle dillendiriliyor. Ayrıca, zaman içinde sevgi aşka, aşk sevgiye dönüşebiliyor. O nedenle, yapılan tanımlar da değişmek zorunda kalıyor. Mesela; sanata ilgi veya yatkınlık ile başlayan “sanat sevgisi” zamanla “sanat aşkı”na dönüşebiliyor. Ya da “görev sevgisi”, “görev aşkı”na; “Tanrı sevgisi”, “Tanrı aşkı”na terfi edebiliyor. Aşk sözcüğü, sevginin daha yoğun ve daha şiddetli hâlini anlatmada kullanıldığı için kavramlar karışabiliyor. “Vatan sevgisi” yerine “vatan aşkı” gibi....

Sevgi ve aşk hem farklı ölçeklerle ifade edilebilen farklı yoğunluklara sahip iki duygu türü, hem de herkes tarafından farklı şekilde duyumsanıyor. Yani, altı milyar insan varsa, altı milyar farklı boyutta hissedilen sevgi ve aşk türü var demektir. O nedenle tek bir tanım oluşturulamıyor. Birbirine aşık olan iki insanın ruhsal, duygusal, kimyasal ve zihinsel dengeleri değiştiği için, bu yeni romantik durumu ifade etmede, göstermede veya yaşamada zorluklar ve çelişkiler yaşanabiliyor. Aşık ve maşuklar neler hissettiklerini anlatmak için genellikle daha önce yaşanmış ve anlatılmış aşkları örnek alarak, klişeleşmiş sözleri ve şiirleri tekrarlıyorlar. Aslında derinden derine, o güzel sözlerin onların gerçek duygularını anlatmadığını da farkediyorlar, ama çaresiz, her seferinde aynı tanımlara ve alışılmış sevgi gösterilerine baş vurmadan edemiyorlar. O zaman da sapla saman birbirine karışıyor ve aşk, üstesinden gelinmesi zor bir duygu olarak karşılarına çıkıyor..

Herkesin bir biçimde hissettiği, fakat tanımlayamadığı bu karmaşık durumu daha anlaşılır kılmak için benim önerim şu: Geliniz, önce aşk kelimesini dilimizde ve hafızamızda yok kabul edelim, geride sadece sevgi sözcüğü kalsın. (Zaten benzer bir durum İngilizce’de var: “Love” kelimesi hem sevgi, hem de aşk kavramları için kullanılıyor ve kullanıldığı bağlam içinde sevgi veya aşk anlamı kazanıyor.) Sonra sevgiyi bir duygu türü olarak kabul edip, tanımsız bırakalım ve “Nasıl ki her insanın parmak izi farklıysa, herkesin her canlıya veya cansız şeye karşı duyduğu sevginin türü ve şiddeti farklıdır,” deyip işin içinden sıyrılalım. Nasıl?.. İşimiz kolaylaştı, değil mi? Ama bitmedi... Aşkı yok saydık ama belleğimizden ve gönlümüzden silemedik. Silemeyiz ve silmeye çalışmamalıyız da....

Fakat aşka basit bir tanım getirebiliriz. “Aşk; sevgi artı cinselliktir,” dersek yanlış bir tanımlama yapmış olmayız herhalde. Aslında, "aşık oldum" dediğinizde, sizi herkes rahatlıkla anlar ve “nasıl?” sorusunu asla sormadan, hemen “kime?” der. Evet, aniden oluşan şiddetli bir sevgiye birazcık seks, yani en temel içgüdülerden biri olan cinselliği ve biraz da dokunma isteğini katarsanız, o duygu aşka dönüşüverir, değil mi? Öyleyse; sonuç olarak, “sevgi tarif edilmez, hissedilir; aşk yaşanır,” diyerek, bu kavram kargaşasına bir son verebiliriz sanıyorum.(?) .

O zaman geriye, sevgimizi ve aşkımızı doğru bağlamlarda ifade etmemizin, sevgi dilini geliştirmemizin veya doyuncaya kadar yaşamamızın yollarını bulmak kalır ki; bu, bireyselleşen ve narsisleşen çağımız insanının en önemli sorunlarından biridir. Zaten kavram kargaşasının bir kısmına da, büyüyen sevgisizlik ortamının yarattığı yıkımlardan çıkan belirsizlikler neden olmaktadır. .

Peki ya evlilik içindeki aşk ya da sevgi?.. Her evlilik aşk veya sevgi üzerine kurulmuyor elbette. Beşik Kertmesi denen evlilikler var, feodal yapı içindeki başlık parası karşılığı oluşturulan evlilikler var, zorunlu evlilikler var, özveri evlilikleri var, para veya lüks için gerçekleşen çıkar evlilikleri var ve aile-toplum baskısı yüzünden ya da evde kalma utancı yüzünden oluşan evlilikler var. Bu tür evliliklerin bazılarında sevgi zamanla yeşerip büyüyebiliyor ve çok nadiren bir süre aşk bile yaşanıyor..

Ülkemizdeki evliliklerin bir bölümü yukarıdaki nedenlerle başlıyor, bir bölümü karşılıklı beğeni ile gerçekleşiyor ve bir bölümü aşk ya da sevgi üzerine kuruluyor. Fakat bu üç türün hemen hemen hepsinde daha sonra sorunlar başlıyor ve yaklaşık yüzde yirmi beşi boşanma ile sonuçlanıyor. Peki aşk ile başlayan ve aşk sayesinde bir ömür boyu süren evliliklerin oranı nedir acaba? Bence binde bir... Sevgi sayesinde süregidenlere bir oran belirlemek zor, ama yaklaşık yüzde on desem herhalde büyük bir sapma olmaz. Ya mecburiyetten ve kadının ekonomik özgürlüğünün olmayışından dolayı devam eden evlilikler? Onların oranı?... Yüzde altmış çok mu abartılı olur sizce? Bence değil... Bakınız kadının parasal olarak eşine mecbur olmadığı bazı toplumlarda, boşanma oranları yüzde altmış altılarda seyrediyor..

Peki evliliklerin aşkla başlamış olmasına rağmen kısa sürede tükenmesini nasıl izah edeceğiz? Aşk, apayrı dünyaların insanlarını aynı çatı altında bir müddet birlikte tutuyor ama aynı potada eritemiyor demek ki... Bence bu noktada, iki önemli anlayış sorunu ile karşı karşıya olduğumuzu görmemiz gerekiyor:.www.gonulbahcesi.NET