4 sonuçtan 1 ile 4 arası

Konu: Yanılmayı Hissetmek

  1. #1
    Karar Dönemi
    Üyelik tarihi
    Feb 2015
    Mesajlar
    33

    Standart Yanılmayı Hissetmek

    Yıl 1995. Üniversitedeyim, arkadaşın biriyle yolculuğa çıkmışız Providence, Rhode Island'tan Portland, Oregon'a gidiyoruz. İşte, ikimiz de genç ve işsiziz, bu yüzden arka yolları şehir parklarını ve ulusal ormanları yani gidebileceğimiz en uzun yolları tercih ediyoruz. Güney Dakota'nın ortalarında bi yerde arkadaşıma dönüp bir soru sordum uzun zamandır kafamda olan bi soru, tam 3500 km'dir. "Bu yol kenarında görüp durduğum Çince yazı da neyin nesi?" Arkadaşım bana boş gözlerle baktı. Ön koltuktaki beyefendi arkadaşımın bakışını mükemmel bir şekilde taklit etti doğrusu. Ben de, "Ya işte, gördüğümüz panoların hepsi, şu üstünde Çince bi yazı olan." falan dedim. Bana bi kaç dakika bakakaldı, sonra kahkahayı bastı, çünkü neden bahsettiğimi anlamıştı. Ve bahsettiğim şey şuydu. Evet, piknik alanlarını gösteren ünlü Çince yazı.

    Hayatımın beş yılını buna benzer durumları düşünerek geçirdim -- Bazen etrafımızdaki işaretleri neden yanlış anlarız, ve bu olduğunda nasıl davranırız, ve tüm bunlar bize insan doğası hakkında neler anlatır. Diğer bir deyişle, Chris'in dediği gibi Son beş yıldır yanıldığımı düşünerek geçirdim. Bu da sizi değişik bir kariyer yapmaya zorlayabilir, ama aslında büyük de bir avantajı vardır: iş rekabeti yok. Aslında, çoğumuz yanıldığımızı düşünmemek için herşeyi yaparız en azından kendimizin yanılma ihtimali olduğunu düşünmemek için. Soyut olarak anlıyoruz. Hepimiz biliyoruz ki bu odadaki herkes hatalar yapmıştır. İnsanoğlu, genel olarak, yanılabilir -- peki tamam.

    Ama tam da şimdi sıra bana gelince kafamdaki düşüncelerin tamamı burada şimdiki zamanda, birden yanılmanın soyut kabulü pencereden dışarı çıkıverir -- ve hakkında yanıldığım birşeyin olduğunu düşünemiyorum. Olay şu ki, şimdiki zaman yaşadığımız yerdir. Toplantılara şimdiki zamanda gideriz; ailecek tatillere şimdiki zamanda çıkarız; anketlere ve seçimlere şimdiki zamanda katılırız. Yani sonuçta her birimiz hayat boyu bir seyahatteyiz, şu küçük baloncuğun içinde kapana kısılmış, ama her konuda hep haklıyız.

    İşte bu bir sorundur. Bence, birey olarak hepimiz için, özel ve mesleki hayatlarımızda olduğu kadar, toplumsal olarak tamamımızı etkileyen bir sorun. Bu nedenle bugün burada ilk önce, haklı olma konusunda neden takılıp kaldığımızdan bahsedeceğim. Ve sonra, bunun neden bir problem olduğundan. Ve son olarak, bu duygudan kurtulmanın mümkün olduğuna ve eğer kurtulabilirseniz, bunun atabileceğiniz tek büyük ahlaki, entellektüel ve yaratıcı adım olduğuna sizi ikna edeceğim.

    Şimdi, bakalım neden haklı olma konusuna takılıp kalıyormuşuz. Nedenlerden biri aslında yanılmış olma duygusuyla alakalı. Şimdi size bir sorum var -- aslında tam da size, çünkü yakındasınız: Duygusal olarak -- Yanıldığınızda nasıl hissedersiniz? Korkunç. Berbat. Utanç verici. Tamam, iyi, güzel. Korkunç, berbat, utanç verici -- teşekkürler, bunlar harika yanıtlar, ama bunlar başka bir sorunun cevapları. Cevap verdiğiniz soru tam olarak: Yanıldığınızı farkettiğinizde nasıl hissedersiniz? Yanıldığınızı farketmek tüm bunları, hatta daha fazlasını hissetiriyor, değil mi? Farketmek yıkıcı olabilir, açığa vurucu olabilir, aslında, komik de olabilir, tıpkı benim aptal Çince yazı hatam gibi. Ama sadece yanılmak hiç birşey hissettirmez.

    Size bir örnek vereyim. Şu çaresizce koşturup duran ama çöldeki kuşu bir türlü yakalayamayan çakalın olduğu Looney Tunes çizgi filmini hatırlıyormusunuz? Bu çizgi filmin neredeyse her bölümünde, çakalın kuşu kovaladığı ve kuşun uçurum kenarından koşup gittiği bir an vardir, tamam hoş, o bir kuş ve uçabilir. Ancak, çakal da kuşun ardından uçuruma koşar. Ve komik olan -- en azından 6 yaşındaysanız -- çakalın boşlukta sorunsuz koşmasıdır. Öylece koşmaya devam eder -- ta ki aşağıya bakıp da havada olduğunu anladığı ana kadar. Tam da o anda düşer. Bir konuda haksızsak -- bu durumu farketmeden önce -- uçuruma doğru koşan ve aşağıya henüz bakmamış olan çakal gibiyizdir. Yani, zaten haksızız ve çoktan sorunun içine girmişiz, ama hala sağlam zeminde olduğumuzu sanırız. Burada, az önce söylediğim birşeyi düzeltmem gerek. Yanılmak aslında bir şey hissettirir; haklıymışız gibi hissettirir.

    İşte bu da haklı olma hissine takılıp kalmamız için yapısal bir neden. Ben buna hata körlüğü diyorum. Çoğu zaman, bir konuda yanıldığımızı farkettirecek hiç bir içsel ipucumuz olmaz, iş işten geçene kadar. Bu hisse takılıp kalmamız için ikinci bir neden daha var -- ve bu kültürel bir şey. Bir an için ilkokul yıllarınızı düşünün. Orada, sıranızda oturuyorsunuz, hocanız da okuduğu yazılı kağıtlarını dağıtıyor, işte onlardan biri şuna benziyor. Bu arada, bu benim kağıdım değil. İşte orda, ilkokuldasınız, ve bu kağıdı alan öğrenci hakkında ne düşüneceğinizi biliyorsunuz. Aptal olan çocuk o, sorun yaratıcı, ve asla ev ödevlerini yapmayan çocuk. Ve dokuz yaşına vardığınızda, en başta, işleri yanlış yapan insanların tembel, sorumsuz aptallar olduğunu -- ve ikinci olarak, hayatta başarmanın yolunun hatalar yapmamaktan geçtiğini çoktan öğrenmiş olursunuz.

    Böylesine kötü dersleri gerçekten iyi öğreniyoruz. Ve çoğumuz -- ve sanırım ki, özellikle bu odadakilerin çoğu -- böyle şeylerle başetmek için küçük birer pekiyilik öğrenci, mükemmeliyetçi, yüksek hedefçiler oluruz. Öyle değil mi, Bay Mali İşler Yöneticisi, astrofizikçi, süpermaratoncu? Bakıyorum da hepiniz bir üst yönetici, astrofizikçi, süpermaratoncu çıktınız. Pekala o zaman. Birşeyleri yanlış yaptığımız ihtimalinde çıldıracak duruma geliyor olmamızın haricinde tabi. Çünkü buna göre, birşeyleri yanlış yapmak bizde birşeylerin yanlış olduğu anlamına gelir. Bu yüzden haklı olduğumuz konusunda ısrar ederiz, çünkü bu bizim sorumluluk sahibi, zeki erdemli ve güvende hisetmemizi sağlar.

    Size bit öykü anlatayım. Bi kaç yıl önce, bir kadın ameliyat için Beth Israel Deaconess tıp merkezine gelir. Beth Israel Boston'da. Harvard'ın eğitim hastanesi-- bölgenin en iyi hastanelerinden biri. Bu kadın gelir ve ameliyat odasına alınır. Anestezi uygulanır, cerrah işine yapar -- dikişleri atıldıkktan sonra, kadın odasına yollanır. Herşey yolunda gibi görünür. Sonra kadın uyanır ve kendisine bakar, ve şöyle der: "Neden vücudumun yanlış tarafı bandajlı?" Gerçekten de kadının yanlış yeri bandajlar içindedir çünkü cerrah çok mühim bir operasyonu kadının sağ yerine sol bacağına uygulamıştır. Sağlık bakanı Beth Israel hakkında konuştuğu zaman bu olaydan bahsetti, ve çok ilginç birşey söyledi: "Bir şekilde, cerrah açıkça hastanın doğru tarafına müdahale ettiğini düşündü." Bu öyküdeki mesaj şudur: Doğru tarafta olduğunuz hissine fazla güven duymak çok tehlikeli olabilir.

    Bu içsel haklılık hissi ki hepimiz sıklıkla duyarız dış dünyada neler olup bittiğine dair güvenilir bir rehber değildir. Ve bu şekilde davrandığımızda, yanıldığımız ihtimalinyle eğlenmeyi bıraktığımızda, kendimizi 200 milyon galon petrolü Meksika körfezine dökmek ya da global ekonomiyi bombalamak gibi işler yaparken buluruz. Yani bu, devasa bir fiili problemdir. ama aynı zamanda, sosyal da bir problemdir

  2. #2
    Karar Dönemi
    Üyelik tarihi
    Feb 2015
    Mesajlar
    33

    Standart

    Bir an için haklı olmanın nasıl olduğunu düşünün. İnanışlarınızın mükkemmel bir şekilde gerçeği yansıttığını düşünmenizi sağlar. Ve böyle düşündüğünüzde, çözecek bir probleminiz var demektir, bu kadar insanın sizinle aynı fikirde olmayışını açıklamanızı gerektiren bir problem. Anlaşılıyor ki, çoğumuz bu insanları aynı şekilde açıklıyoruz, birkaç talihsiz varsayıma dayandırarak. Birileri bizimle fikir anlaşmazlığı yaşadığında ilk olarak onların cahil olduğunu varsayıyoruz. O zavallıların bizim ulaştığımız bilgiden haberi yoktur, ve biz bu bilgiyi cömertçe paylaşır, onların ışığı görerek takımımıza gelmesini bekleriz. Plan işe yaramadığında, o insanların da bizimle aynı bilgilere sahip olduğu ve buna rağmen bizimle aynı fikirde olmadığı ortaya çıktığında, bir başka varsayıma sığınırız: onların ahmak olduğu varsayımı. Bulmacanın bütün doğru parçaları ellerinde, ama bunları bir araya koyamayacak kadar gerizekalılar. Bu varsayım da işlemediğinde, bizimle aynı fikirde olmayanların bildiklerimizi bildiği ve oldukça zeki olduğu ortaya çıkınca, üçüncü bir varsayımda bulunuruz: gerçeği biliyorlar, bilerek çarpıtıyorlar, tamamen kötü niyetle. Tam bir felaket.

    Kendi haklılığımıza olan bu bağlılık hatalardan sakınmamızı engeller, tam da ihtiyacımız olduğunda. Ve birbirimize berbat davranmamıza sebep olur. Ancak bana göre, bu konuda en şaşırtıcı ve trajik olan şey bizi insan olmanın anlamından uzaklaştırması. Tek istediğimiz, zihinlerimizin şu mükemmel saydam pencerelerden olduğunu hayal etmek ve onlardan dışarıyı izlemek ve dünyayı göründüğü gibi tanımlamak. Diğer herkesten de aynı pencereden dışarı bakmasını ve aynı şeyi görmesin bekliyoruz. Bu doğru değil, öyle olsaydı bile, hayat çok sıkıcı olurdu. Aklınızın mucizesi dünyayı olduğu gibi görmesi değildir. Dünyayı olmadığı gibi görmesidir. Geçmişi hatırlayabilir, gelecekten bahsedebilir, ve başka bir yerlerde başka bir insan olmanın nasıl hissettirdiğini hayal edebiliriz. Ve tüm bunları değişik şekillerde yapabiliriz, gece aynı semaya bakıp da farklı şeyler görmemizin nedeni de budur. aynı gökyüzünde bunu ve bunu hatta bunu görebiliriz. Ve evet, bazı şeyleri yanlış anlamamızın nedeni de budur.

    Dekart'ın ünlü sözü "Düşünüyorum öyleyse varım."dan 1200 yıl önce St Augustine oturup şunu yazmış: "Fallor ergo sum" -- "Hata yapıyorum, öyleyse varım." Augustine, işlerimizi elimize yüzümüze bulaştırma kapasitemizin insanlık sisteminde bir çeşit utanç kaynağı olmadığını, ancak yok edebileceğimiz ve üstesinden gelebileceğimiz birşey olduğunu görmüş. Kim olduğumuzun temelinde bu yatar. Çünkü, tanrıdan farklı olarak, dışarıda neler olup bittiğini gerçekten bilemeyiz. Ve diğer hayvanlardan farklı olarak, anlamaya çalışmakta biraz takıntılıyız. Bence, bu takıntı yaratıcılığımızın ve üreticiliğimizin kaynağı ve kökenidir.

    Geçen yıl, birçok nedenden dolayı, Public Radio'nun Amerika Hayatı adlı yayınının bölümlerini dinlerken buldum kendimi. Dinledin ve dinledim ve bir noktada, tüm hikayelerin yanılmak üzerine olduğunu farkettim. İlk düşündüğüm şey şuydu: "Kafayı yedim, sonunda, yanılma hanımefendisi olup çıktım. Heryerde bunu görüyorum" gerçekten de öyleydi. Ama bir kaç ay sonra, yayının yaratıcısı Ira Glass'la bir röportaj yapma fırsatını yakaladım. Ve hissettiklerimden ona bahsettim, ve bana söylediği "Hayır, aslında haklısınız." oldu. "Doğrusu," dedi "takım olarak, hep yayınımızın her bir bölümünün aynı şifreli teması olduğuyla eğleniyoruz. Ve bu şifreli tema: 'Bu şey olacak sandım ama bunun yerine başka bir şey oldu' Ve aslolan" dedi Ira Glass "buna ihtiyacımız olduğudur. Böyle anlara ihtiyacımız var, şaşkınlık, ani değişiklik ve yanılgı anları sayesinde hikayelerimiz dinleniyor." Ve geri kalan herkes, dinleyiciler, seyirciler, okuyucular olarak tüm bunları yutuyoruz. Karmaşık hikayeleri, saptırılmış konuları, ve sürpriz sonları seviyoruz. Kendi hikayelerimize gelince, yanılmayı seviyoruz.

    Biliyorsunuz ki bizim hikayelerimiz böyle çünkü hayatlarımız böyle. Belli birşey olacak zannediyoruz ve bunun yerine başka birşey oluveriyor. George Bush Irak'a saldırdığında kitle imha silahları bulacağını, halkı özgürleştireceğini ve Orta Doğuya demokrasi götüreceğini sandı. Ve bunun yerine başka birşey oldu. Ve Hüsnü Mübarek hayatının sonuna kadar Mısır'da diktatörlük yapabileceğini, hastalandığında ya da yaşlandığında saltanatını oğluna bırakabileceğini sandı. Bunun yerine başka birşey oldu. Ve siz de belki, büyüdüğünüzde lise aşkınızla evlenebileceğinizi, memleketinize dönüp bir sürü çocuk yetiştirebileceğinizi sandınız. Bunun yerine başka birşey oldu. Ve itiraf etmem gerek, ben de asla gerçek olmayacak bir okuyucu kitlesi için herkesin nefret ettiği bir konuda inanılmaz derece inekçe bir kitap yazacağımı sandım. Bunu yerine başka birşey oldu.

    Demek istediğim, hayat bu. İyilikte ve kötülükte, etrafımızdaki dünyayla ilgili inanılmaz hikayeler üretiyoruz, sonra dünya dönüyor ve bizi şaşırtıyor. Alınmak yok, ama bu konferansın tamamı birşeyleri yanlış anlama kapasitemiz için inanılmaz bir anıt oldu. Koca bir haftayı yenilikler, gelişmeler ve ilerlemeler hakkında konuşarak geçirdik, ama bu yenilik, gelişme ve ilerlemeler neden gerekli biliyor musunuz? Çünkü kafa karıştırıcı ve dünya değiştirici şeylerin yarısı -- Bu şekilde olmadı, değil mi? Nerede benim uçuş çantam, Chris?

    İşte yeniden buradayız. Bu böyle devam eder. Başka bir fikirle geliriz. Başka bir hikaye anlatırız. Başka bir konferans düzenleriz. Bunun teması, şimdiden yedi milyon defa duyduğunuz gibi, merakın yeniden keşfi. Ve bana göre, merakı yeniden keşfetmek istiyorsanız, haklılığın küçük korkmuş alanından dışarı bir adım atmanız gereklidir. Birbirinize bakmanız ve evrenin sonsuzluğuyla gizemini görmeniz gerekir. Ve "Vay be, bilmiyorum, belki de yanılıyorumdur." diyebilmelisiniz.

    Kathryn Schulz

  3. #3
    Banned
    Üyelik tarihi
    Oct 2016
    Mesajlar
    454

    Standart

    hayatım yanılmakla geçti,çoğunlukla her şeyin farkında olup yine de yanılgılar içinde olmak belki de iyi bir basiretsizlik örneğidir.

  4. #4
    Karar Dönemi
    Üyelik tarihi
    Feb 2015
    Mesajlar
    33

    Standart

    Her şeyi anladım da bu leyla mecnunun nesi oluyordu?

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •