Terapi süreci başlıyor:
“2013’ün Temmuz ayında (...) muayenehanesine gittim. “Ne şikayetiniz var? Bütün yaşadıklarımı, her şeyi tek tek anlatmaya başladım. Anlattıkça öfkeleniyordum. Biraz sakinleştikten sonra doktora sordum: “Neyim var benim, hastalığım nedir? Ben bipolar duygudurum bozukluğu hastası mıyım?” “Hayır, ilgisi yok, bipolar duygudurum bozukluğu büyük ölçüde kalıtsaldır, yapıda mevcuttur.
Seninki ise travmadan sonra babaya güvensizlikten kaynaklanan ve artık kimseye güvenmemene, inanmamana, itimat etmemene yol açan bir duygusal gelişme. Duyguların bu olaydan dolayı donmuş, faaliyetlerini durdurmuş, adeta saklı kalmış, bastırılmış.
“ ‘Duygusal donmuşluk’ noktasını bulup çözüm için uğraşacaktım. Ancak eski doktor deneyimlerinden kaynaklanan güvensizlik ve itimat edememe hali, ilk birkaç seans boyunca sürdü. Bu bir hastaya çok görülmemelidir, çünkü zaten sorun hastanın kimseye güvenmemesidir. Sekiz on seans geride kaldığında ise, güvensizlik duygusu yerini rahatlamaya, doğru psikoterapinin yapılmasıyla da güvene ve saygıya bırakacaktı. “
Terapisti Reyhan’a hastalığa dair yaptığı formülasyonu aktarıyor ve terapinin olmazsa olmazı terapötik işbirliği kuruluyor:
“Altı seanstan sonra, aldığı notlardan bana yaptığı sunuma bakarak ruhsal durumum fark ediyor, doğru yolda olduğumuzu anlıyordum. Terapiden fayda gördüğüm kesindi, işi sıkı tutmaktan başka çarem yoktu.
“Doktor hanıma her hafta psikoterapiye gelmek istediğimi, bir saatin bana yetmediğini, iki saat terapi istediğimi ve bundan fayda göreceğimi söyledim.
İşimden dolayı İstanbul dışında olduğumdan beni Pazar günleri kabul etmesinin iyileşmemi kolaylaştıracağını, sakin kafayla terapiye gelebileceğimi iafade ettim. Doktor Hanım da benim özel çabalarımdan dolayı bir istisna yaparak önerimi kabul etti.
“Artık haftada bir Pazar günleri 11.00 – 13.00 seansları bana aitti. Tam bir yıl iki ay süren bu tedaviyle tamamen iyileşme imkanı bularak travmanın obsesyonların ve geçiş döneminin sıkıntılarını rahatça, yavaş yavaş iyileşerek atlatmaya başladım.”
Bu noktada, hastanın yaşadığı sorunları nasıl kavramsallaştırdığının, çözüme giden yoldaki önemini aktarıyor Reyhan:
“Bir seansta sorulan “Duygusallık nedir?” sorusuna “Duygusallık zayıflık” dedim, güçsüzlük dedim. Bana göre duygusal insan yardım isteyen, mantıksız biriydi. Ağlayan kişi duygusaldı, bana göre bu güçsüzlüktü. Bana göre duygusallık başarısızlık ve acizlikti.
Sınıfta kalan duygusaldı. Oysa insanın hamuru duygusallıktan öte bir şey değildir. İnsana güvenmek, sevmek, konuşmak, eğlenmek, saygı, kaygı, mutluluk, her şey, insanın yaptığı her eylem tamamen duygulara bağlıdır. Benim duygularım sıkışıp kalmış, donmuş, sertleşmiş ve bu durum, beni insanlarla el sıkışmaktan dahi alıkoymuştu.
Bu o kadar ileri safhaya gitti ki, ikili ilişkilerde sadece bir baş selamıyla durumu kurtaran, görüşmelere fazla katılmayan, gruplaşmalara hiç girmeyen, zamanla karşı cinsle hiç konuşmayan, duygularını nasıl ifade edeceğini bilmeyen bir insan ortaya çıkmıştır.
O günkü psikolojik durumuyla obsesif alana kayan kişilik, bu büyük acılardan kendini korumak, aynı zamanda babasını kaybetmemek için, geçici çözüm olarak, kendini takıntılarla meşgul etmiştir.
Duygusallık demek acı çekmekti. Bu büyük acılara dayanamayan ben, duygularımı bastırarak acılara son vermeye çalışmıştım. Daha sonra garanti olsun diye, bir de üzerine obsesif davranışlara kayarak, çözemediğim travmayı da düşünecek, hatırlayacak ihtimal bırakmayacak, ona da geçici bir çözüm bulacaktım.”
devamı alttadır .
Yer imleri